Leona Lewis
03.Nisan.1985
Londra, İngiltere
Ses Sanatçısı, Müzisyen, Pop Şarkıcısı
Leona Lewis
1985-...
İngiliz şarkıcı. Tüm zamanların en hızlı satan 4. albümünün sahibi olan Lewis, İngiltere'deki X Factor isimli yetenek yarışmasında keşfedilmiştir. Bleeding Love isimli single'ı ise rekor kırarak ülkenin en çok ilgi gören çalışmalarından biri olmuş, haftalarca zirvedeki yerini korumuştur.
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor3 Nisan 1985 tarihinde Karayip kökenli Aural Josiah ve anglo-sakson kökenli Maria Lewis'in kızı olarak Islington, Londra, İngiltere'de dünyaya geldi. Teatral tarzı ve güzel sesiyle bebek denilebilecek yaşta yeteneğinin sinyallerini veren Lewis, henüz beş yaşındayken Sylvia Young Theatre School'da eğitim almaya başladı. Sylvia Young Theatre School'u Italia Conti Academy ve BRIT School'da gördüğü öğrenim süreçleri izledi. İlk şarkısını 12 yaşında besteleyen müzisyen, katıldığı tüm yetenek yarışmalarından da birincilikle ayrılıyordu.
Okuldan ayrıldıktan sonra geçimini sağlamak ve şarkılarını kaydettiği kayıt stüdyolarına para ödeyebilmek için garsonluktan resepsiyonistliğe kadar bir çok farklı işte çalışan Lewis, sonunda demo kayıtlardan oluşan ve tamamının sözünü müziğini kendisinin yaptığı Twilight adlı albümü hazırladı. Ancak Twilight, hiç bir zaman dinleyiciyle buluşamadı. 15 yaşındayken prodüktör Marley J. Wills'in desteğini alarak Minnie Riperton'ın Lovin' You isimli şarkısını yeniden seslendirdi ve bunun üzerine Sony firması ikiliyi Amerika'ya davet etti.
Erkek arkadaşının zoruyla X Factor isimli yetenek yarışmasına katılan Lewis ilk seçmelerde Over the Rainbow'u seslendirdi ve yarışmanın sonunda 16 Aralık 2006'da birinci olduğu açıklandı. Danışmanı Simon Cowell'di. Louis Walsh ve Sharon Osbourne jüri üyesi olarak başından beri Lewis'i favori olarak gösteriyorlardı ve onu soul müziğin divaları Mariah Carey, Whitney Houston ve Celine Dion'la kıyaslıyorlardı. Showun final gecesinde ünlü İngiliz grup Take That'le birlikte A Million Love Songs'u seslendiren şarkıcı büyük takdir kazandı. Take That'in vokali Gary Barlow bu performanstan çok etkilenerek Cowell'a: "Bu kız bugüne kadar yarışmanıza katılan herhangi bir yarışmacıdan 50 kez daha iyi ve ona doğru bir albüm yapmanız konusunda bu sizin sorumluluğunuzu arttırıyor." açıklamasında bulundu. 17 Mart 2008'de Oprah Winfrey Show'a katılan Simon Cowell Lewis'in çok kısa zamanda iyi bir şarkıcıdan bir süper stara dönüştüğünü belirtti.
Kelly Clarkson'ın ilk single'ı A Moment like This'i yeniden seslendirdiği kopya milyonlarca satan şarkıcı, aynı zamanda internette yarım saat içinde beşbin kez download edilerek bir rekora imza attı. 2006 noelinde İngiltere'nin en çok satan çalışması Lewis'e aitti. Gnarls Barkley'in "Crazy isimli çalışmasının da önüne geçen şarkı, müzisyenin İngiltere'de kazandığı başarıyı tesciller nitelikteydi. Bu olağanüstü başarının ardından Lewis'in albümü Simon Cowell ve Clive Davis'in prodüktörlüğünde 25 Nisan 2007'de müzik marketlerdeki yerini aldı. Tüm zamanların en hızlı satan dördüncü albümünün sahibi olarak yepyeni bir rekora imza atıyordu şarkıcı. Albüm Spirit adını taşıyordu ve albümden çıkan Bleeding Love isimli ilk single haftalarca İngiltere listelerinde bir numara kalma başarısı gösterdi ve Amerika'da da yılın en iyi albümlerinden biri olarak lanse edildi.
Lewis 9 yaşından beri onu tanıyan elektirkçi Lou Al-Chamaa'yla birlikteliğini sürdürmektedir. Vejetaryendir.
2 Mayıs 2008 Cuma
Christina Ricci
12.Şubat.1980
Kaliforniya, ABD
Sinema Oyuncusu
Christina Ricci
1980-...
Oyunculuğa genç yaşta başlamış Amerikalı sinema oyuncusu.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorChristina Ricci, 12 Şubat 1980'de Santa Monica, California'da dünyaya geldi. Sinemayla tanışması ilk kez 7 yaşında oldu. İlk başrolünü "The Twelve Days of Christmas" filmiyle kazanan küçük aktris, yeteneği ile kısa zamanda ajansların dikkatini çekmeyi başardı. Ünlü şarkıcı Cher ve Winona Ryder ile birlikte ailenin en küçük kızı olarak 1990 yapımı olan "Mermaids" ile adını duyurdu. Bu filmden itibaren Winona Ryder ve Ryder'ın daha sonra sevgilisi olacak olan Johnny Depp ile sıkı bir dostluk kurdu. "Asylum" adlı kendi filmini yönettiğinde ise henüz 9 yaşındaydı.
1991 yılında "The Hard Way" filminde küçük bir rolde oynayan Ricci, daha sonra kendisini meşhur yapacak olan yönetmenliğini Barry Sonnenfeld'ın yaptığı "The Adams Family"de rol aldı. Eğitimi için bir süre sinemaya bir süre ara verdikten sonra 1995 yılında "Now and Then" ile film dünyasına geri döndü. Aynı yıl Bill Pullman ile birlikte yönetmenliğini Brad Silberling'in yaptığı "Casper" adlı filminde oynayan Ricci, ertesi yıl sırasıyla "The Secret of Bear" ve "The Last of the High Kings" filmlerinde yer aldı. 1997 yapımı "That Darn Cat" filminde başrol oynadıktan sonra aranan bir oyuncu oldu.
Ang Lee'nin beğeni toplayan filmi "The Ice Strom"da duygusal açıdan ayrı olan bir anne babanın büyümüş de küçülmüş 14 yaşındaki çocukları Wendy'i canlandırdı. Bu film kariyerinde önemli yer tutan filmlerden biri oldu. Ricci daha sonra Vincent Gallo'nun "Buffalo 66", Don Roos'un "The Opposite of Sex" ve Terry Gilliam'ın "Fear and Loathing in Las Vegas" filmlerinde benzer roller aldı. Senarist-yönetmen Sally Potter'ın II. Dünya Savaşı'nı konu alan dramı "The Man Who Cried" adlı filmde oynayan oyuncunun rol arkadaşları Johnny Depp, Cate Blanchett ve John Tutturro gibi deneyimli aktörlerden oluşuyordu. Aynı yıl "Bless The Child" adlı yapımda da yer aldı. Ricci'nin yakın arkadaşı olan Johnny Depp ile birlikte rol aldığı bir diğer film ise yönetmenliğini Tim Burton'nın yaptığı "Sleepy Hollow" oldu.
Ünlü aktris daha sonra 2003 yılında Charlize Theron ile birlikte "Monster" adlı filmde yer aldı. Ardından 2005 yılında "Cursed", 2007 yılında Samuel Jackson ile birlikte "Black Snake Moan" ve 2008 yılında "Speed Racer" adlı filmlerle karşımıza çıktı.
12.Şubat.1980
Kaliforniya, ABD
Sinema Oyuncusu
Christina Ricci
1980-...
Oyunculuğa genç yaşta başlamış Amerikalı sinema oyuncusu.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorChristina Ricci, 12 Şubat 1980'de Santa Monica, California'da dünyaya geldi. Sinemayla tanışması ilk kez 7 yaşında oldu. İlk başrolünü "The Twelve Days of Christmas" filmiyle kazanan küçük aktris, yeteneği ile kısa zamanda ajansların dikkatini çekmeyi başardı. Ünlü şarkıcı Cher ve Winona Ryder ile birlikte ailenin en küçük kızı olarak 1990 yapımı olan "Mermaids" ile adını duyurdu. Bu filmden itibaren Winona Ryder ve Ryder'ın daha sonra sevgilisi olacak olan Johnny Depp ile sıkı bir dostluk kurdu. "Asylum" adlı kendi filmini yönettiğinde ise henüz 9 yaşındaydı.
1991 yılında "The Hard Way" filminde küçük bir rolde oynayan Ricci, daha sonra kendisini meşhur yapacak olan yönetmenliğini Barry Sonnenfeld'ın yaptığı "The Adams Family"de rol aldı. Eğitimi için bir süre sinemaya bir süre ara verdikten sonra 1995 yılında "Now and Then" ile film dünyasına geri döndü. Aynı yıl Bill Pullman ile birlikte yönetmenliğini Brad Silberling'in yaptığı "Casper" adlı filminde oynayan Ricci, ertesi yıl sırasıyla "The Secret of Bear" ve "The Last of the High Kings" filmlerinde yer aldı. 1997 yapımı "That Darn Cat" filminde başrol oynadıktan sonra aranan bir oyuncu oldu.
Ang Lee'nin beğeni toplayan filmi "The Ice Strom"da duygusal açıdan ayrı olan bir anne babanın büyümüş de küçülmüş 14 yaşındaki çocukları Wendy'i canlandırdı. Bu film kariyerinde önemli yer tutan filmlerden biri oldu. Ricci daha sonra Vincent Gallo'nun "Buffalo 66", Don Roos'un "The Opposite of Sex" ve Terry Gilliam'ın "Fear and Loathing in Las Vegas" filmlerinde benzer roller aldı. Senarist-yönetmen Sally Potter'ın II. Dünya Savaşı'nı konu alan dramı "The Man Who Cried" adlı filmde oynayan oyuncunun rol arkadaşları Johnny Depp, Cate Blanchett ve John Tutturro gibi deneyimli aktörlerden oluşuyordu. Aynı yıl "Bless The Child" adlı yapımda da yer aldı. Ricci'nin yakın arkadaşı olan Johnny Depp ile birlikte rol aldığı bir diğer film ise yönetmenliğini Tim Burton'nın yaptığı "Sleepy Hollow" oldu.
Ünlü aktris daha sonra 2003 yılında Charlize Theron ile birlikte "Monster" adlı filmde yer aldı. Ardından 2005 yılında "Cursed", 2007 yılında Samuel Jackson ile birlikte "Black Snake Moan" ve 2008 yılında "Speed Racer" adlı filmlerle karşımıza çıktı.
AC_FL_RunContent( 'codebase','http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=5,0,0,0','width','96','height','121','src','/v4-images/uper','wmode','transparent','quality','high','pluginspage','http://www.macromedia.com/shockwave/download/index.cgi?P1_Prod_Version=ShockwaveFlash','movie','/v4-images/uper','menu','false' ); //end AC code
Adolf Hitler
20.Nisan.1889
30.Nisan.1945
Braunau am Inn, Avusturya
Berlin
Devlet Başkanı
Adolf Hitler
1889-1945
Adolf Hitler, 1889 Avusturya doğumlu devlet başkanı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yani Nazi Partisi’nin lideri olan Hitler, 1933’de Almanya'nın başbakanı oldu. 1934’de kendisini Almanya’nın Führeri (lideri) ilan eden Hitler, 1945'deki ölümüne kadar Alman halkını peşinden sürüklemeyi başardı. Almanya'nın üstün ırk olduğuna inandı ve Almanca konuşan herkesi tek bir çatı altında toplamayı amaç edindi. Hitler, bu uğurda birçok Yahudi'yi ve diğer azınlık mensuplarını katletti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorAdolf Hitler, 20 Nisan 1889’da Alois (Schicklgruber) Hitler (1837-1903) ve Klara Pölzl’in (1860-1907) üçüncü çocuğu olarak Yukarı Avusturya’da, Almanya sınırına çok yakın küçük bir kasaba olan, Braunau am Inn’de dünyaya geldi. Ev kadını olan annesi Klara, Alois Hitler’in 3. eşi ve aynı zamanda da ikinci dereceden kuzeniydi. Aralarındaki akrabalık nedeniyle kilisenin özel izniyle evlenen çiftin Gustav ve Ida adındaki ilk iki çocukları daha bebekken ölmüş, Adolf’dan sonra dünyaya gelen Edmund ise sadece 6 yaşına kadar hayatta kalabilmişti. 21 Ocak 1896’da ise kız kardeşi Paula Hitler dünyaya geldi.
Gümrük memurluğu yapan babası Alois Hitler’in, 2. eşinden de Alois Jr. ve Angela isimlerinde iki çocuğu vardı. Gayri meşru olarak dünyaya gelen Alois, 39 yaşına kadar annesinin soyadını (Schicklgruber) taşıdı. Ziyaret ettiği doğum kayıtlarından sorumlu bir rahibin, üvey babasının ‘Johann Georg Hiedler’ olduğunu ( bir diğer olasılık ise kardeşi Johann Nepomuk Hiedler’di) kanıtlamasıyla ‘Hiedler’ soyadını kullanmaya başladı. Hiedler, Huetler ve Huettler gibi şekillerde telaffuz edilen soyadı, son olarak Hitler şeklinde yerleşti. (Sonraları Adolf, politik düşmanları tarafından soyadının aslında Hitler olmadığı, Schicklgruber olduğu suçlamalarıyla karşılaştı. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında, Alman şehirleri üzerinden ‘Heil Schicklgruber’ (Yaşasın Schicklgruber) ibaresi taşıyan broşürler uçaklardan atılarak müttefik propagandası olarak da kullanıldı.)
Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un anneannesinin ismi de Johanna Hiedler’di. İsmi eski Almanca’da ‘asil kurt’ (Adolf = nobelity + wolf) anlamına gelen Adolf, akrabaları arasında kısaca ‘Adi’ ismiyle biliniyordu. (Adolf Hitler, yakın çevresiyle arasında, 1920’lerin başlarından 3. hükümetin düşüşüne kadar ‘Wolf ‘ takma adını kullandı. Hatta bu durum Avrupa kıtasındaki çeşitli merkezlerin isimlerinde de etkili oldu. Doğu Prusya’da Wolfsschanze, Fransa’da Wolfsschlucht, Ukrayna’da Werwolf gibi.)
Babasının çıkan tayinleri nedeniyle Braunau’dan Passau’ya ardından Lambach’a, Leonding’e ve Linz’e taşınmalarıyla, ilkokul eğitimini çeşitli okullarda alan Adolf, başarılı bir öğrenciydi.
En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum. İşte bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim. Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda "Lambach Chanoine"lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. (Kavgam, Bölüm. 1)
Linz’de başladığı lisede ise 1. sınıfı yeniden tekrarlamak zorunda kaldı. Kendisi gibi memur olmasını isteyen babasının aksine, Adolf ona direniyordu ve ressam olmak istiyordu.
Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem benim davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu.Konuşma hevesim yavaş yavaş kaybolurken, kişiliğime daha uygun becerilerim ortaya çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeşitli kitapları ve 1870 - 1871 Alman Fransız savaşlarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaşa ve askerliğe ait şeylerin tamamını her türlü kaynaktan toplamaya başladım. (Kavgam, Bölüm. 1)
Çizimlerine ve resimlerine çok güvenen Adolf, bu konudaki direnişine hiç ara vermiyordu. (1. Dünya Savaşı’na katılmasından önce, Hitler’in 2000’den fazla çizimi ve resmi vardı.)
Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluşturan şeyin, benim tarafımdan kabul edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu, işte bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok doğaldı. Hayat kavgasının kazandırdığı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha doğrusu tecrübesiz bir delikanlının geleceği hakkında karar vermesine izin vermiyordu. Fakat sonunda iş bambaşka oldu. (Kavgam, Bölüm. 1)
Hitler’in babası geçirdiği felç nedeniyle 3 Ocak 1903’te öldü. Babasının ölümünden 3 yıl sonra, liseyi terk edip, yetim çocuklar pansiyonuna yerleşen Adolf, annesinin de desteğiyle bohem bir hayat sürdürmeye başladı.
Benim için meslek problemi, tahmin ettiğimden çok daha kısa bir süre içinde çözülecekti. Çünkü, babam daha ben on üç yaşındayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en güçlü döneminde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden sona erdirdi. Fakat bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en büyük isteği, oğlunu, kendisinin ilk günlerinde çektiği yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. Bu isteğini gerçekleştiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de aklımızdan geçirmediğimiz bir geleceğin tohumlarını ekmişti. (Kavgam, Bölüm. 1)
Adolf, ağır şekilde hastalandı ve doktor tavsiyesiyle liseden bir yıl kadar uzak kaldı. Bu dönem boyunca çizimlerine devam etti.
Ciğerlerim feci şekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realschule'deki öğrenimime ara vermeyi öğütledi. Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sağlanmış oluyordu. Hastalandığım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye girmeme rıza gösterdi. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907 yılında başvurduğu Viyana Güzel SanatlarAkademisi (Academy of Fine Arts Vienna) tarafından ressamlığa uygun olmadığı gerekçesi ve yeteneklerini mimarlık alanında geliştirmesi öğüdüyle reddedildi. Adolf, bu öğüdü yerine getirmeyi çok istemesine rağmen bunun için teknik alt yapısı ve lise diploması olması zorunluydu.
Annesinin hastalığı ortaya çıktığında geçim kaynakları neredeyse kurumak üzere olan Adolf, kendisine bağlanan yetim aylığıyla geçiniyordu. Bu yüzden Viyana’ya gitme kararı aldı.
Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı başarmıştı. Babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım, memur değil. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907’nin 21 Aralık gününde, annesi iyice ilerleyen göğüs kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Hitler, çok büyük bir üzüntüye boğulmuştu. Artık tek isteği Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmekti.
Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. (Kavgam, Bölüm. 1)
1908’de bir kez daha başvurduğu akademinin, onu yeniden reddetmesinin ardından umutlarını da yitirmiş bir şekilde tamamen parasız kaldı. Yetim maaşının kendi payına düşen kısmını da kardeşi Paula’ya veren Adolf, 21 yaşındayken halasından kalan az miktardaki miras parasının da bitmesiyle 1909’da evsizler yurduna yerleşti. Posta kartlarından kopyaladığı manzara resimlerini, dükkanlara ve turistlere satarak geçinmeye çalışan Adolf, 1910 yılında çalışan fakir adamların kaldığı bir eve yerleşti.
Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.”
İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. O günlerde Viyana'da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. İşte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükûnet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.
Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. (Kavgam, Bölüm. 1)”
Viyana’dayken, ilk kez içinde Doğu Avrupa’daki birçok Ortodoks Yahudi (Hitler’e göre ırkçı teorilerle karışık, geleneksel dinci ve önyargılı, geniş bir yahudi kitlesi) için, anti-semitist düşünceler barındırmaya başladı. Zamanla Lanz von Liebenfels’in ırk ideolojileri ve anti-semitizm hakkındaki yazılarından ve Vienna Belediye Başkanı, aynı zamanda Hıristiyan Sosyal Partisi’nin (Christian Social Party) kurucusu ve tarihin en şiddetli demagoglarından Karl Lueger ve Pan-Germanic Away from Rome! Hareketi’nin (pan-Germanic Away from Rome! Movement) lideri Georg Ritter von Schönerer gibi politikacıların yarattığı polemiklerden etkilendi. Daha sonra yazdığı Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabında, dine bağlı anti-semitizm karşıtlığından, nasıl tam tersi bir zemine (anti-semitizmi ırkçı zeminde desteklemeye) geçiş yaptığını anlattı.
Hitler Yahudileri, kendi tanımladığı Ari Irk’ın doğal düşmanları olduğunu iddia etmeye başladı ve Avusturya’daki krizden de onları sorumlu tuttu. Aynı zamanda kendi Anti-semitizmini Anti-Marxism ile karıştırarak, Sosyalizmin ve özellikle de liderleri arasında birçok Yahudi bulunduran Bolşevizmin keskin hatlarını tanımladı. Almanya’nın uğradığı askeri bozgundan 1917 Devrimlerini sorumlu tutarak, yahudilere Almanya İmparatorluğu’nun askeri yenilgisinin ve sonuç olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin de suçlusu kabul etti.
Çok Uluslu Avusturya Monaşi Krallığı Parlementosu'ndaki patırtılı sahnelerden çıkardığı genellemeyle, demokratik parlementer sistemin aşağılığına ve bayağılığına dair sabit bir inanç geliştirdi. Bu da kendi politik görüşlerinin temeli biçimlendirdi. (Yakın arkadaşı ve oda arkadaşı August Kubizek’e göre ise Hitler o dönemde politikadan çok Wagner’in operalarıyla ilgilenmekteydi.)
Babasından kalan mal varlığının son parçasıyla mayıs 1912’de, Münih’e gitti. her zaman gerçek Almanya’da yaşamak istemişti. Mimariyle ve Houston Stewart Chamberlain’ın yazılarıyla daha da ilgilenmeye başladı .
1912 yılının baharında Münih'e gittim, Sanki yıllarca orada .oturmuşum gibi şehir bana hiç yabancı gelmedi, incelemelerim beni defalarca bu Alman sanatının merkezine götürmüştü. Münih bilinmezse Almanya görülmüş sayılamayacağı gibi, Münih tanınmadıkça Alman sanatı hakkında da bir fikre sahip olunamaz. (Kavgam, Bölüm. 4)
Münih’e gitmesi, bir süreliğine Avusturya’daki askerlik görevinden de kaçmasını sağladı fakat sonrasında Avusturya Ordusu tarafından tutuklandı. Yapılan fiziksel inceleme ve pişmanlık savunması sonrasında askerlik için elverişsiz sayıldı ve Münih’e dönmesine izin verildi. Buna rağmen ağustos 1914’de Almanya 1. Dünya Savaşı’na girdiğinde acilen Bavyera kralı 3. Ludwig’den Bavyera alayında savaşmak için izin ricasında bulundu. İsteği kabul edildi ve Hitler gönüllü olarak Bavyera ordusuna katılmış oldu.
Siyasi sebeplerden dolayı önce Avusturya'yı terk ettim. Habsbourglar Devleti için mücadele etmek istemiyordum. Fakat milletim ve imparatorluk için her an ölmeye hazırdım. 3 Ağustosta Kral Üçüncü Louis'ye bir dilekçe sundum ve Bavyera alayına girmek lütfunun benden esirgenmemesini talep ettim. Hiç şüphe yok ki o günlerde özel kalem daireleri pek meşguldü, işte bundan dolayı, hemen ertesi günü, isteğimin kabul edildiği haberini ve bir Bavyera alayına müracaat emrini alınca pek çok sevindim. Birkaç gün zarfın da ancak altı yıl sonra sırtımdan çıkaracağım üniformamı giydim işte benim ve her Alman için şu ölümlü hayatın en unutulmaz ve en yüce zamanı bu suretle başladı. (Kavgam, Bölüm. 4)
Fransa ve Belçika’da, 16. Bavyera Yedek Alayı karargahında haberci olarak aktif hizmette bulunan ve düşman ateşine maruz kalan Hitler, yanındaki diğer askerlerin aksine yemeklerden ya da zor koşullardan asla şikayet etmedi. Bunun yerine sanat ya da tarih hakkında konuşmayı tercih eden Hitler, ordu gazetesi için bazı karikatürler ve eğitsel çizimler de yaptı. Görevini yaparken ki sürati ve başarısı nedeniyle ilki aralık 1914’de İkinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, Second Class) ve diğeri de ağustos 1918’de ve er düzeyindeki bir askere nadir olarak verilen bir onur olan Birinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, First Class) olmak üzere iki askeri nişan aldı.
Hitler alayı terketmek istememesine rağmen, gene de ‘liderlik özelliklerinin yeteri çerçevede olamadığı’ gerekçesiyle rütbesi yükseltilmedi. Bazı kaynaklara göre ise yükseltilmemesinin asıl nedeni Alman vatandaşı olmamasıydı. Alay karargahındaki görev mevkisi çokça tehlike içermesinin yanısıra ona sanat çalışmalarını sürdürmesi için de zaman veriyordu. Ekim 1916’da Fransa’nın kuzeyinde bacağından yaralanan Hitler, mart 1917’de ön saflardaki görevine geri döndü. Hitler, düşman ateşiyle yaralanması nedeniyle aynı yıl Gazi Nişanı aldı.
15 Ekim 1918’de savaşın sona ermesinden kısa bir süre önce, Hitler zehirli gaz saldırısından dolayı geçirdiği geçici körlük nedeniyle, savaş meydanındaki askeri hastaneye götürüldü. David Lewis ve Bernhard Horstmann gibi bazı psikologlara göre ise bu geçici körlüğün sebebi geçirdiği bir histeri kriziydi. Hitler, hayatının amacının Almanya’yı kurtarmak olduğuna iyice ikna olmuştu.
Uzun zamandır Almanya’ya hayran olan Hitler, hala Alman vatandaşı olmamasına rağmen savaş sırasında da tutkulu bir vatansevere dönüştü. Alman ordusu hala düşman topraklarını tutmaktayken, kasım 1918’de Almanya’nın teslim olmasıyla şoka uğradı. Birçok Alman milliyetçisi gibi o da savaş alanında değil masada yenilmelerini tasvir eden ‘sırtından bıçaklandığına inandı. Buna neden olan politikacılar daha sonra ’Kasım Suçluları’ olarak adlandırıldılar.
Versay Antlaşması, Almanya’yı çeşitli topraklardan yoksun bırakırken, Rhineland’i askeri güçlerden temizledi ve zorlu ekonomik yaptırımlar yükledi. Antlaşma aynı zamanda da Almanya’yı, Büyük Savaş’ın tüm dehşetinin suçlusu ilan etti ve miktarı belirlenmemiş bir tazminat yükümlülüğü getirdi. Sonrasında, miktar (Dawes Plan), (the Young Plan) ve (the Hoover Moratorium) antlaşmalarıyla tekrar tekrar revize edildi. Antlaşma, Almanlar tarafından aşağılanma olarak görülen, tüm suçun kendilerine yüklenmesinin yanında, silahlı güçlerin neredeyse tamamının kaldırılması, hava gücü ve denizaltılar olmadan, sadece 6 savaş gemisine ve silahlı araçları olmayacak 100.000 kişilik bir orduya izin verilmesi gibi ağır hükümler içeriyordu.
Bu antlaşma, hem sosyal hem de politik şartlar açısından Hitler ve partisinin (National Socialist Party) kendilerine güç arayışı sırasında oldukça önemli bir faktör oldu. Almanya’yı ayağa kaldırmak için, antlaşmanın Kasım Suçluları tarafından imzalanmasını kullanmaya karar verdiler ve Paris Konferansı sırasında çok az seçim hakları olmasına rağmen, onları günahkeçisi yaptılar.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler orduda kaldı ve Münih’e döndü. Burada (sonraki demeçlerinin aksine) öldürülen Bavyera Başbakanı Kurt Eisner’in cenaze yürüyüşüne katıldı. Münih Sovyet Cumhuriyeti’nin (Munich Soviet Republic) kaldırılmasından sonra Bavyera Reichswehr Grubu Karargahında, Eğitim ve Propaganda Bölümü (Education and Propaganda Department (Dept Ib/P) of the Bavarian Reichswehr Group) tarafından organize edilen ve Yüzbaşı Karl Mayr’ın ‘sosyal düşünce’ kurslarında yeraldı. Bu grubun anahtar amacı, savaşın patlak vermesi ve Almanya’nın yenilgisi için bir günah keçisi yaratmaktı. Günah Keçileri, uluslararası Musevi halkı, koministler ve parti çemberi dışındaki politikacılar kabul edildi. Bunlar özellikle de Weimar Koalisyon (Weimar Coalition) partilerindekiler ve ‘Kasım Suçluları’ olarak anılan politikacılardı.
Temmuz 1919’da askeri organizasyon (Reichswehr) içerisindeki İstihbarat Birliği’nde çalışmak üzere, polis casusları atadı. Bu casusların amacı, diğer askerleri benzer fikirlerle etkilemek ve imkanlar dahilinde bir sosyalist olması düşünülmüş Alman İşçi Partisi (German Workers' Party (DAP)) adındaki küçük partiye sızmayı mümkün kılmaktı. Hitler, bu denetleme sırasında politikacı Anton Drexler’in, toplumun tüm üyelerinin ortak dayanışmasıyla ve sosyalizmin Yahudi karşıtı bir versiyonu olup, güçlü, aktif bir hükümeti onaylayan ve anti-semitik, milliyetçi, anti-kapitalist ve de Marksizm karşıtı fikirlerine hayran kaldı.
Burada ayrıca partinin ilk kurucularından ve gizli Thule Society’nin de üyesi olan, Dietrich Eckart’la da tanıştı. Eckart, Hitler’in akıl hocası oldu. Onunla fikir alış-verişlerinde bulundu, ona nasıl giyinmesi ve nasıl konuşması gerektiğini öğretti ve ve onu geniş bir çevreye tanıttı. Hitler ona teşekkürünü kitabının ikinci bölümündeki övgüleriyle yaptı.
Ordudan mart 1920’de terhis olan Hitler ve eski üstleri, böylelikle parti aktivitelerinde tam zamanlı yeralmaya başladılar. 1921’in başlarında Hitler, konuşmalarıyla çok geniş kitlelerin önünde bile son derece etkili hale geldi. Hitler, şubat ayında Münih’te yaklaşık 6 bin kişilik bir kalabalığın önünde konuştu. Merkezi Münih’de olan partinin amacı Yahudi toplumunu ortadan kaldırmaktı. Bir süre sonra Hitler’in parti içindeki gücünün arttığını gören yöneticilerin onu diktatör tavırları yüzünden eleştirmeleri nedeniyle 11 temmuz 1921’de partiden istifa etti. Fakat Hitler’in yokluğunun partininsonu olduğunu farkeden yöneticiler onu yeniden çağırdılar v ebu kez başkan olarak geri dönen Hitler, gücünü ilk önce aralarında kurucu üye Anton Drexler’in de olduğu kızgın komite üyelerini bastırdı. Bunun üzerine komite geri çekildi ve Hitler’in istekleri parti içinde oya sunuldu ve Hitler 1’e karşı 543 oy aldı. 29 Temmuz 1921’de Partinin lideri (Führer) ilan edildi ve adını Nasyonel Sosyalist Alman İşçiler Partisi (National Socialist German Workers Party - NSDAP) olarak değiştirdi.
1924’de hükümeti devirmeye çalışan fakat bunda başarılı olamayan ve geri döndüğü sırada intiharı düşünen Hitler tutuklandı. Birahane Olayı adı verilen bu eylem sebebiyle yargılandı ve 1 Nisan 1924’de 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Kavgam adlı kitabı yazan Hitler, 20 aralık 1924’de halk için tehlike oluşturmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Serbest kalmasının ardından Almanya’daki politik ortam sakinleşmiş, ekonomi iyiye gitmeye başlamıştı. 1928’de 12 milletvekili ile parlamentoya giren Partisi, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin ardından 1930 seçimlerinde oyların %18’ini alarak 107 milletvekiliyle parlementoya girdi. 31 Temmuz 1932’deki genel seçimde oyların %37’sini alan Nazi Partisi ocak 1933’de Katolik Merkez Parti ile bir koalisyon hükümeti kurması amacıyla, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından başbakan olarak atandı. Katolik Merkez Parti ile anlaşma sağlanamayınca Hitler, Milliyetçi Parti’nin desteğiyle yeni bir genel seçime gitmek istedi.
Çeşitli endüstri ve finans kuruluşlarından büyük parasal destekler alarak ve devletin olanaklarını da kullanarak büyük bir seçim kampanyası yürütmesinin yanısıra, 27 Şubat 1933’de Reichstag’ta çıkan yangının ardından Cumhurbaşkanı Hinderburg’a anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalatan Hitler, kendi partisi ve Milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınlarını ve seçim çalışmalarını da durdurttu. 5 Mart 1933 günü yapılan seçimin sonunda oyların %44’ünü alan Nazi Partisi, hemen ertesi gün parlamentodan “Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrettiğini” söyleyen bir yetki kanunu çakarttı.
23 Mart 1933’de ise "Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun" (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adı altında bir yetki tasarısının kabul edilmesini sağlayarak yürütme ve yasama erklerini eline aldı. Diğer partileri yasaklayan Hitler, yaptığı propagandalarla ve ikna kabiliyetini sayesinde bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi ve kendisini, Almanyanın büyük lideri ilan etti. Alman ekonomisini kalkındıracağını sözünü savaş hazırlığı yaparak tutan Hitler, iş sahası oluşturdu ve büyük otobanlar inşa ettirdi.
Tüm halkı Alman ırkının üstün ırk olduğuna inandıran Hitler, ülkedeki Yahudileri ve diğer azınlıkları hedef olarak gösterdi. Bunun üzerine önce ülke genelinde daha sonra da 2. Dünya Savaşı süresince işgal edilen tüm topraklarda yaklaşık 5.5 milyon Yahudi ve yarım milyon çingene öldürüldü. Hitler, Alman ırkını iyileştirmek adı altında binlerce zihinsel engelli insanı da öldürttü.
Hitler tüm Almanca konuşan insanları bir çatı altında toplamak amacıyla önce Avusturya'yı, daha sonra Çekoslavakya ve Polonya'yı işgal etti. Bu işgallerin sonucu olarak Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Savaşın çok geniş bir cephede yapılıyor olmasının yanısıra; tarihçilere göre Almanya’nın, Napolyon'un yaptığı hatayı tekrarlayarak Rusya'ya kış mevsiminde savaş açması ve sonra A.B.D.'nin de savaşa dahil olması onlara yenilgiyi getirdi.
1944’ün sonunda Kızıl Ordu, son Alman güçlerini de Sovyetlerden temizledi ve Avrupa’nın merkezine ilerlemeye başladı. Batı güçleri de Almanya’ya hücum etmekteydi ve Almanya, savaşı askeri açıdan kaybetmiş durumdaydı. Fakat Hitler, düşman güçlerle hiçbir antlaşmaya yanaşmadı ve kalan Alman askeri gücü, savaşmaya devam etti ve aynı zamanda katliamı da sürdürdüler.
Nisan 1945’de teğmenleri, Sovyet güçlerinin Berlin’e yaklaştıklarını kendisine bildirmesine ve Bavyera’ya ya da Avusturya’ya uçmasını önermelerine rağmen, Berlin’de kaldı. Buarada SS lideri Heinrich Himmler, kendi başına Almanya’nın anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi ve Hermann Göring ise Bavyera’dan Hitler’e, o Berlin’de sıkışıp kaldığına göre bundan böyle kendisinin Almanya’nın liderliğini sürdürebileceğine dair bir telgraf yolladı. Hitler ise her ikisini de partiden attırdı ve onları vatan haini ilan etti.
30 Nisan 1945’de Sovyet güçleri iyice içerilere girip artık sokak sokak Hükümet Başkanlığı’na yaklaştığında, Hitler bulunduğu başmerkezde (Führerbunker) kendi kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti. Aynı zamanda bir miktar siyanür içtiği anlaşılıyordu. Hitler’in ve 1 gün önce evlendiği Eva Broun’un cesetleri yardımcıları tarafından bir bomba kraterine konularak benzinle yakıldı ve Hitler’in isteğiyle köpeği Blondi de zehirlenerek öldürüldü. Ardından da Führerbunker bahçesine gömüldüler.
Rus güçleri içeri girip cesetleri bulduğunda ise diş kayıtlarıyla yapılan otopside teşhis edilen Hitler’in ve Eva Braun’un cesetleri, bir çeşit türbe haline gelmelerini önlemek için bir süre dolaştırıldıktan sonra, gizli Sovyet departmanı SMERSH tarafından Magdebug’daki yeni başmerkezlerinde gömüldü. 1970’de tesisin Doğu Almanya’ya devri sırasında ise kalanlar mezardan çıkarılarak tamamen yakıldı ve külleri Elbe Nehri’ne döküldü.
Hitler’in ölümün ardından yıkıma devam etmeleri için emirler bırakmış ve vasiyetnamesinde diğer Nazi liderlerini görmezden gelerek Grand Admiral Karl Dönitz’i Almanya Başkanı, Goebbels’i de Başbakan olarak göstermişti. Buna rağmen Goebbels ve eşi Magda 1 Mayıs 1945’de intihar etti.
Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla ve 12 yıl süren Hitler iktidarının ardından Hitler, Nazi Partisi ve Nazizmin sonuçları tüm dünyada kötü kabul edildi.
Adolf Hitler
20.Nisan.1889
30.Nisan.1945
Braunau am Inn, Avusturya
Berlin
Devlet Başkanı
Adolf Hitler
1889-1945
Adolf Hitler, 1889 Avusturya doğumlu devlet başkanı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yani Nazi Partisi’nin lideri olan Hitler, 1933’de Almanya'nın başbakanı oldu. 1934’de kendisini Almanya’nın Führeri (lideri) ilan eden Hitler, 1945'deki ölümüne kadar Alman halkını peşinden sürüklemeyi başardı. Almanya'nın üstün ırk olduğuna inandı ve Almanca konuşan herkesi tek bir çatı altında toplamayı amaç edindi. Hitler, bu uğurda birçok Yahudi'yi ve diğer azınlık mensuplarını katletti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorAdolf Hitler, 20 Nisan 1889’da Alois (Schicklgruber) Hitler (1837-1903) ve Klara Pölzl’in (1860-1907) üçüncü çocuğu olarak Yukarı Avusturya’da, Almanya sınırına çok yakın küçük bir kasaba olan, Braunau am Inn’de dünyaya geldi. Ev kadını olan annesi Klara, Alois Hitler’in 3. eşi ve aynı zamanda da ikinci dereceden kuzeniydi. Aralarındaki akrabalık nedeniyle kilisenin özel izniyle evlenen çiftin Gustav ve Ida adındaki ilk iki çocukları daha bebekken ölmüş, Adolf’dan sonra dünyaya gelen Edmund ise sadece 6 yaşına kadar hayatta kalabilmişti. 21 Ocak 1896’da ise kız kardeşi Paula Hitler dünyaya geldi.
Gümrük memurluğu yapan babası Alois Hitler’in, 2. eşinden de Alois Jr. ve Angela isimlerinde iki çocuğu vardı. Gayri meşru olarak dünyaya gelen Alois, 39 yaşına kadar annesinin soyadını (Schicklgruber) taşıdı. Ziyaret ettiği doğum kayıtlarından sorumlu bir rahibin, üvey babasının ‘Johann Georg Hiedler’ olduğunu ( bir diğer olasılık ise kardeşi Johann Nepomuk Hiedler’di) kanıtlamasıyla ‘Hiedler’ soyadını kullanmaya başladı. Hiedler, Huetler ve Huettler gibi şekillerde telaffuz edilen soyadı, son olarak Hitler şeklinde yerleşti. (Sonraları Adolf, politik düşmanları tarafından soyadının aslında Hitler olmadığı, Schicklgruber olduğu suçlamalarıyla karşılaştı. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında, Alman şehirleri üzerinden ‘Heil Schicklgruber’ (Yaşasın Schicklgruber) ibaresi taşıyan broşürler uçaklardan atılarak müttefik propagandası olarak da kullanıldı.)
Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un anneannesinin ismi de Johanna Hiedler’di. İsmi eski Almanca’da ‘asil kurt’ (Adolf = nobelity + wolf) anlamına gelen Adolf, akrabaları arasında kısaca ‘Adi’ ismiyle biliniyordu. (Adolf Hitler, yakın çevresiyle arasında, 1920’lerin başlarından 3. hükümetin düşüşüne kadar ‘Wolf ‘ takma adını kullandı. Hatta bu durum Avrupa kıtasındaki çeşitli merkezlerin isimlerinde de etkili oldu. Doğu Prusya’da Wolfsschanze, Fransa’da Wolfsschlucht, Ukrayna’da Werwolf gibi.)
Babasının çıkan tayinleri nedeniyle Braunau’dan Passau’ya ardından Lambach’a, Leonding’e ve Linz’e taşınmalarıyla, ilkokul eğitimini çeşitli okullarda alan Adolf, başarılı bir öğrenciydi.
En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum. İşte bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim. Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda "Lambach Chanoine"lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. (Kavgam, Bölüm. 1)
Linz’de başladığı lisede ise 1. sınıfı yeniden tekrarlamak zorunda kaldı. Kendisi gibi memur olmasını isteyen babasının aksine, Adolf ona direniyordu ve ressam olmak istiyordu.
Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem benim davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu.Konuşma hevesim yavaş yavaş kaybolurken, kişiliğime daha uygun becerilerim ortaya çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeşitli kitapları ve 1870 - 1871 Alman Fransız savaşlarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaşa ve askerliğe ait şeylerin tamamını her türlü kaynaktan toplamaya başladım. (Kavgam, Bölüm. 1)
Çizimlerine ve resimlerine çok güvenen Adolf, bu konudaki direnişine hiç ara vermiyordu. (1. Dünya Savaşı’na katılmasından önce, Hitler’in 2000’den fazla çizimi ve resmi vardı.)
Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluşturan şeyin, benim tarafımdan kabul edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu, işte bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok doğaldı. Hayat kavgasının kazandırdığı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha doğrusu tecrübesiz bir delikanlının geleceği hakkında karar vermesine izin vermiyordu. Fakat sonunda iş bambaşka oldu. (Kavgam, Bölüm. 1)
Hitler’in babası geçirdiği felç nedeniyle 3 Ocak 1903’te öldü. Babasının ölümünden 3 yıl sonra, liseyi terk edip, yetim çocuklar pansiyonuna yerleşen Adolf, annesinin de desteğiyle bohem bir hayat sürdürmeye başladı.
Benim için meslek problemi, tahmin ettiğimden çok daha kısa bir süre içinde çözülecekti. Çünkü, babam daha ben on üç yaşındayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en güçlü döneminde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden sona erdirdi. Fakat bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en büyük isteği, oğlunu, kendisinin ilk günlerinde çektiği yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. Bu isteğini gerçekleştiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de aklımızdan geçirmediğimiz bir geleceğin tohumlarını ekmişti. (Kavgam, Bölüm. 1)
Adolf, ağır şekilde hastalandı ve doktor tavsiyesiyle liseden bir yıl kadar uzak kaldı. Bu dönem boyunca çizimlerine devam etti.
Ciğerlerim feci şekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realschule'deki öğrenimime ara vermeyi öğütledi. Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sağlanmış oluyordu. Hastalandığım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye girmeme rıza gösterdi. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907 yılında başvurduğu Viyana Güzel SanatlarAkademisi (Academy of Fine Arts Vienna) tarafından ressamlığa uygun olmadığı gerekçesi ve yeteneklerini mimarlık alanında geliştirmesi öğüdüyle reddedildi. Adolf, bu öğüdü yerine getirmeyi çok istemesine rağmen bunun için teknik alt yapısı ve lise diploması olması zorunluydu.
Annesinin hastalığı ortaya çıktığında geçim kaynakları neredeyse kurumak üzere olan Adolf, kendisine bağlanan yetim aylığıyla geçiniyordu. Bu yüzden Viyana’ya gitme kararı aldı.
Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı başarmıştı. Babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım, memur değil. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907’nin 21 Aralık gününde, annesi iyice ilerleyen göğüs kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Hitler, çok büyük bir üzüntüye boğulmuştu. Artık tek isteği Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmekti.
Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. (Kavgam, Bölüm. 1)
1908’de bir kez daha başvurduğu akademinin, onu yeniden reddetmesinin ardından umutlarını da yitirmiş bir şekilde tamamen parasız kaldı. Yetim maaşının kendi payına düşen kısmını da kardeşi Paula’ya veren Adolf, 21 yaşındayken halasından kalan az miktardaki miras parasının da bitmesiyle 1909’da evsizler yurduna yerleşti. Posta kartlarından kopyaladığı manzara resimlerini, dükkanlara ve turistlere satarak geçinmeye çalışan Adolf, 1910 yılında çalışan fakir adamların kaldığı bir eve yerleşti.
Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.”
İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. O günlerde Viyana'da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. İşte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükûnet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.
Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. (Kavgam, Bölüm. 1)”
Viyana’dayken, ilk kez içinde Doğu Avrupa’daki birçok Ortodoks Yahudi (Hitler’e göre ırkçı teorilerle karışık, geleneksel dinci ve önyargılı, geniş bir yahudi kitlesi) için, anti-semitist düşünceler barındırmaya başladı. Zamanla Lanz von Liebenfels’in ırk ideolojileri ve anti-semitizm hakkındaki yazılarından ve Vienna Belediye Başkanı, aynı zamanda Hıristiyan Sosyal Partisi’nin (Christian Social Party) kurucusu ve tarihin en şiddetli demagoglarından Karl Lueger ve Pan-Germanic Away from Rome! Hareketi’nin (pan-Germanic Away from Rome! Movement) lideri Georg Ritter von Schönerer gibi politikacıların yarattığı polemiklerden etkilendi. Daha sonra yazdığı Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabında, dine bağlı anti-semitizm karşıtlığından, nasıl tam tersi bir zemine (anti-semitizmi ırkçı zeminde desteklemeye) geçiş yaptığını anlattı.
Hitler Yahudileri, kendi tanımladığı Ari Irk’ın doğal düşmanları olduğunu iddia etmeye başladı ve Avusturya’daki krizden de onları sorumlu tuttu. Aynı zamanda kendi Anti-semitizmini Anti-Marxism ile karıştırarak, Sosyalizmin ve özellikle de liderleri arasında birçok Yahudi bulunduran Bolşevizmin keskin hatlarını tanımladı. Almanya’nın uğradığı askeri bozgundan 1917 Devrimlerini sorumlu tutarak, yahudilere Almanya İmparatorluğu’nun askeri yenilgisinin ve sonuç olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin de suçlusu kabul etti.
Çok Uluslu Avusturya Monaşi Krallığı Parlementosu'ndaki patırtılı sahnelerden çıkardığı genellemeyle, demokratik parlementer sistemin aşağılığına ve bayağılığına dair sabit bir inanç geliştirdi. Bu da kendi politik görüşlerinin temeli biçimlendirdi. (Yakın arkadaşı ve oda arkadaşı August Kubizek’e göre ise Hitler o dönemde politikadan çok Wagner’in operalarıyla ilgilenmekteydi.)
Babasından kalan mal varlığının son parçasıyla mayıs 1912’de, Münih’e gitti. her zaman gerçek Almanya’da yaşamak istemişti. Mimariyle ve Houston Stewart Chamberlain’ın yazılarıyla daha da ilgilenmeye başladı .
1912 yılının baharında Münih'e gittim, Sanki yıllarca orada .oturmuşum gibi şehir bana hiç yabancı gelmedi, incelemelerim beni defalarca bu Alman sanatının merkezine götürmüştü. Münih bilinmezse Almanya görülmüş sayılamayacağı gibi, Münih tanınmadıkça Alman sanatı hakkında da bir fikre sahip olunamaz. (Kavgam, Bölüm. 4)
Münih’e gitmesi, bir süreliğine Avusturya’daki askerlik görevinden de kaçmasını sağladı fakat sonrasında Avusturya Ordusu tarafından tutuklandı. Yapılan fiziksel inceleme ve pişmanlık savunması sonrasında askerlik için elverişsiz sayıldı ve Münih’e dönmesine izin verildi. Buna rağmen ağustos 1914’de Almanya 1. Dünya Savaşı’na girdiğinde acilen Bavyera kralı 3. Ludwig’den Bavyera alayında savaşmak için izin ricasında bulundu. İsteği kabul edildi ve Hitler gönüllü olarak Bavyera ordusuna katılmış oldu.
Siyasi sebeplerden dolayı önce Avusturya'yı terk ettim. Habsbourglar Devleti için mücadele etmek istemiyordum. Fakat milletim ve imparatorluk için her an ölmeye hazırdım. 3 Ağustosta Kral Üçüncü Louis'ye bir dilekçe sundum ve Bavyera alayına girmek lütfunun benden esirgenmemesini talep ettim. Hiç şüphe yok ki o günlerde özel kalem daireleri pek meşguldü, işte bundan dolayı, hemen ertesi günü, isteğimin kabul edildiği haberini ve bir Bavyera alayına müracaat emrini alınca pek çok sevindim. Birkaç gün zarfın da ancak altı yıl sonra sırtımdan çıkaracağım üniformamı giydim işte benim ve her Alman için şu ölümlü hayatın en unutulmaz ve en yüce zamanı bu suretle başladı. (Kavgam, Bölüm. 4)
Fransa ve Belçika’da, 16. Bavyera Yedek Alayı karargahında haberci olarak aktif hizmette bulunan ve düşman ateşine maruz kalan Hitler, yanındaki diğer askerlerin aksine yemeklerden ya da zor koşullardan asla şikayet etmedi. Bunun yerine sanat ya da tarih hakkında konuşmayı tercih eden Hitler, ordu gazetesi için bazı karikatürler ve eğitsel çizimler de yaptı. Görevini yaparken ki sürati ve başarısı nedeniyle ilki aralık 1914’de İkinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, Second Class) ve diğeri de ağustos 1918’de ve er düzeyindeki bir askere nadir olarak verilen bir onur olan Birinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, First Class) olmak üzere iki askeri nişan aldı.
Hitler alayı terketmek istememesine rağmen, gene de ‘liderlik özelliklerinin yeteri çerçevede olamadığı’ gerekçesiyle rütbesi yükseltilmedi. Bazı kaynaklara göre ise yükseltilmemesinin asıl nedeni Alman vatandaşı olmamasıydı. Alay karargahındaki görev mevkisi çokça tehlike içermesinin yanısıra ona sanat çalışmalarını sürdürmesi için de zaman veriyordu. Ekim 1916’da Fransa’nın kuzeyinde bacağından yaralanan Hitler, mart 1917’de ön saflardaki görevine geri döndü. Hitler, düşman ateşiyle yaralanması nedeniyle aynı yıl Gazi Nişanı aldı.
15 Ekim 1918’de savaşın sona ermesinden kısa bir süre önce, Hitler zehirli gaz saldırısından dolayı geçirdiği geçici körlük nedeniyle, savaş meydanındaki askeri hastaneye götürüldü. David Lewis ve Bernhard Horstmann gibi bazı psikologlara göre ise bu geçici körlüğün sebebi geçirdiği bir histeri kriziydi. Hitler, hayatının amacının Almanya’yı kurtarmak olduğuna iyice ikna olmuştu.
Uzun zamandır Almanya’ya hayran olan Hitler, hala Alman vatandaşı olmamasına rağmen savaş sırasında da tutkulu bir vatansevere dönüştü. Alman ordusu hala düşman topraklarını tutmaktayken, kasım 1918’de Almanya’nın teslim olmasıyla şoka uğradı. Birçok Alman milliyetçisi gibi o da savaş alanında değil masada yenilmelerini tasvir eden ‘sırtından bıçaklandığına inandı. Buna neden olan politikacılar daha sonra ’Kasım Suçluları’ olarak adlandırıldılar.
Versay Antlaşması, Almanya’yı çeşitli topraklardan yoksun bırakırken, Rhineland’i askeri güçlerden temizledi ve zorlu ekonomik yaptırımlar yükledi. Antlaşma aynı zamanda da Almanya’yı, Büyük Savaş’ın tüm dehşetinin suçlusu ilan etti ve miktarı belirlenmemiş bir tazminat yükümlülüğü getirdi. Sonrasında, miktar (Dawes Plan), (the Young Plan) ve (the Hoover Moratorium) antlaşmalarıyla tekrar tekrar revize edildi. Antlaşma, Almanlar tarafından aşağılanma olarak görülen, tüm suçun kendilerine yüklenmesinin yanında, silahlı güçlerin neredeyse tamamının kaldırılması, hava gücü ve denizaltılar olmadan, sadece 6 savaş gemisine ve silahlı araçları olmayacak 100.000 kişilik bir orduya izin verilmesi gibi ağır hükümler içeriyordu.
Bu antlaşma, hem sosyal hem de politik şartlar açısından Hitler ve partisinin (National Socialist Party) kendilerine güç arayışı sırasında oldukça önemli bir faktör oldu. Almanya’yı ayağa kaldırmak için, antlaşmanın Kasım Suçluları tarafından imzalanmasını kullanmaya karar verdiler ve Paris Konferansı sırasında çok az seçim hakları olmasına rağmen, onları günahkeçisi yaptılar.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler orduda kaldı ve Münih’e döndü. Burada (sonraki demeçlerinin aksine) öldürülen Bavyera Başbakanı Kurt Eisner’in cenaze yürüyüşüne katıldı. Münih Sovyet Cumhuriyeti’nin (Munich Soviet Republic) kaldırılmasından sonra Bavyera Reichswehr Grubu Karargahında, Eğitim ve Propaganda Bölümü (Education and Propaganda Department (Dept Ib/P) of the Bavarian Reichswehr Group) tarafından organize edilen ve Yüzbaşı Karl Mayr’ın ‘sosyal düşünce’ kurslarında yeraldı. Bu grubun anahtar amacı, savaşın patlak vermesi ve Almanya’nın yenilgisi için bir günah keçisi yaratmaktı. Günah Keçileri, uluslararası Musevi halkı, koministler ve parti çemberi dışındaki politikacılar kabul edildi. Bunlar özellikle de Weimar Koalisyon (Weimar Coalition) partilerindekiler ve ‘Kasım Suçluları’ olarak anılan politikacılardı.
Temmuz 1919’da askeri organizasyon (Reichswehr) içerisindeki İstihbarat Birliği’nde çalışmak üzere, polis casusları atadı. Bu casusların amacı, diğer askerleri benzer fikirlerle etkilemek ve imkanlar dahilinde bir sosyalist olması düşünülmüş Alman İşçi Partisi (German Workers' Party (DAP)) adındaki küçük partiye sızmayı mümkün kılmaktı. Hitler, bu denetleme sırasında politikacı Anton Drexler’in, toplumun tüm üyelerinin ortak dayanışmasıyla ve sosyalizmin Yahudi karşıtı bir versiyonu olup, güçlü, aktif bir hükümeti onaylayan ve anti-semitik, milliyetçi, anti-kapitalist ve de Marksizm karşıtı fikirlerine hayran kaldı.
Burada ayrıca partinin ilk kurucularından ve gizli Thule Society’nin de üyesi olan, Dietrich Eckart’la da tanıştı. Eckart, Hitler’in akıl hocası oldu. Onunla fikir alış-verişlerinde bulundu, ona nasıl giyinmesi ve nasıl konuşması gerektiğini öğretti ve ve onu geniş bir çevreye tanıttı. Hitler ona teşekkürünü kitabının ikinci bölümündeki övgüleriyle yaptı.
Ordudan mart 1920’de terhis olan Hitler ve eski üstleri, böylelikle parti aktivitelerinde tam zamanlı yeralmaya başladılar. 1921’in başlarında Hitler, konuşmalarıyla çok geniş kitlelerin önünde bile son derece etkili hale geldi. Hitler, şubat ayında Münih’te yaklaşık 6 bin kişilik bir kalabalığın önünde konuştu. Merkezi Münih’de olan partinin amacı Yahudi toplumunu ortadan kaldırmaktı. Bir süre sonra Hitler’in parti içindeki gücünün arttığını gören yöneticilerin onu diktatör tavırları yüzünden eleştirmeleri nedeniyle 11 temmuz 1921’de partiden istifa etti. Fakat Hitler’in yokluğunun partininsonu olduğunu farkeden yöneticiler onu yeniden çağırdılar v ebu kez başkan olarak geri dönen Hitler, gücünü ilk önce aralarında kurucu üye Anton Drexler’in de olduğu kızgın komite üyelerini bastırdı. Bunun üzerine komite geri çekildi ve Hitler’in istekleri parti içinde oya sunuldu ve Hitler 1’e karşı 543 oy aldı. 29 Temmuz 1921’de Partinin lideri (Führer) ilan edildi ve adını Nasyonel Sosyalist Alman İşçiler Partisi (National Socialist German Workers Party - NSDAP) olarak değiştirdi.
1924’de hükümeti devirmeye çalışan fakat bunda başarılı olamayan ve geri döndüğü sırada intiharı düşünen Hitler tutuklandı. Birahane Olayı adı verilen bu eylem sebebiyle yargılandı ve 1 Nisan 1924’de 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Kavgam adlı kitabı yazan Hitler, 20 aralık 1924’de halk için tehlike oluşturmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Serbest kalmasının ardından Almanya’daki politik ortam sakinleşmiş, ekonomi iyiye gitmeye başlamıştı. 1928’de 12 milletvekili ile parlamentoya giren Partisi, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin ardından 1930 seçimlerinde oyların %18’ini alarak 107 milletvekiliyle parlementoya girdi. 31 Temmuz 1932’deki genel seçimde oyların %37’sini alan Nazi Partisi ocak 1933’de Katolik Merkez Parti ile bir koalisyon hükümeti kurması amacıyla, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından başbakan olarak atandı. Katolik Merkez Parti ile anlaşma sağlanamayınca Hitler, Milliyetçi Parti’nin desteğiyle yeni bir genel seçime gitmek istedi.
Çeşitli endüstri ve finans kuruluşlarından büyük parasal destekler alarak ve devletin olanaklarını da kullanarak büyük bir seçim kampanyası yürütmesinin yanısıra, 27 Şubat 1933’de Reichstag’ta çıkan yangının ardından Cumhurbaşkanı Hinderburg’a anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalatan Hitler, kendi partisi ve Milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınlarını ve seçim çalışmalarını da durdurttu. 5 Mart 1933 günü yapılan seçimin sonunda oyların %44’ünü alan Nazi Partisi, hemen ertesi gün parlamentodan “Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrettiğini” söyleyen bir yetki kanunu çakarttı.
23 Mart 1933’de ise "Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun" (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adı altında bir yetki tasarısının kabul edilmesini sağlayarak yürütme ve yasama erklerini eline aldı. Diğer partileri yasaklayan Hitler, yaptığı propagandalarla ve ikna kabiliyetini sayesinde bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi ve kendisini, Almanyanın büyük lideri ilan etti. Alman ekonomisini kalkındıracağını sözünü savaş hazırlığı yaparak tutan Hitler, iş sahası oluşturdu ve büyük otobanlar inşa ettirdi.
Tüm halkı Alman ırkının üstün ırk olduğuna inandıran Hitler, ülkedeki Yahudileri ve diğer azınlıkları hedef olarak gösterdi. Bunun üzerine önce ülke genelinde daha sonra da 2. Dünya Savaşı süresince işgal edilen tüm topraklarda yaklaşık 5.5 milyon Yahudi ve yarım milyon çingene öldürüldü. Hitler, Alman ırkını iyileştirmek adı altında binlerce zihinsel engelli insanı da öldürttü.
Hitler tüm Almanca konuşan insanları bir çatı altında toplamak amacıyla önce Avusturya'yı, daha sonra Çekoslavakya ve Polonya'yı işgal etti. Bu işgallerin sonucu olarak Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Savaşın çok geniş bir cephede yapılıyor olmasının yanısıra; tarihçilere göre Almanya’nın, Napolyon'un yaptığı hatayı tekrarlayarak Rusya'ya kış mevsiminde savaş açması ve sonra A.B.D.'nin de savaşa dahil olması onlara yenilgiyi getirdi.
1944’ün sonunda Kızıl Ordu, son Alman güçlerini de Sovyetlerden temizledi ve Avrupa’nın merkezine ilerlemeye başladı. Batı güçleri de Almanya’ya hücum etmekteydi ve Almanya, savaşı askeri açıdan kaybetmiş durumdaydı. Fakat Hitler, düşman güçlerle hiçbir antlaşmaya yanaşmadı ve kalan Alman askeri gücü, savaşmaya devam etti ve aynı zamanda katliamı da sürdürdüler.
Nisan 1945’de teğmenleri, Sovyet güçlerinin Berlin’e yaklaştıklarını kendisine bildirmesine ve Bavyera’ya ya da Avusturya’ya uçmasını önermelerine rağmen, Berlin’de kaldı. Buarada SS lideri Heinrich Himmler, kendi başına Almanya’nın anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi ve Hermann Göring ise Bavyera’dan Hitler’e, o Berlin’de sıkışıp kaldığına göre bundan böyle kendisinin Almanya’nın liderliğini sürdürebileceğine dair bir telgraf yolladı. Hitler ise her ikisini de partiden attırdı ve onları vatan haini ilan etti.
30 Nisan 1945’de Sovyet güçleri iyice içerilere girip artık sokak sokak Hükümet Başkanlığı’na yaklaştığında, Hitler bulunduğu başmerkezde (Führerbunker) kendi kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti. Aynı zamanda bir miktar siyanür içtiği anlaşılıyordu. Hitler’in ve 1 gün önce evlendiği Eva Broun’un cesetleri yardımcıları tarafından bir bomba kraterine konularak benzinle yakıldı ve Hitler’in isteğiyle köpeği Blondi de zehirlenerek öldürüldü. Ardından da Führerbunker bahçesine gömüldüler.
Rus güçleri içeri girip cesetleri bulduğunda ise diş kayıtlarıyla yapılan otopside teşhis edilen Hitler’in ve Eva Braun’un cesetleri, bir çeşit türbe haline gelmelerini önlemek için bir süre dolaştırıldıktan sonra, gizli Sovyet departmanı SMERSH tarafından Magdebug’daki yeni başmerkezlerinde gömüldü. 1970’de tesisin Doğu Almanya’ya devri sırasında ise kalanlar mezardan çıkarılarak tamamen yakıldı ve külleri Elbe Nehri’ne döküldü.
Hitler’in ölümün ardından yıkıma devam etmeleri için emirler bırakmış ve vasiyetnamesinde diğer Nazi liderlerini görmezden gelerek Grand Admiral Karl Dönitz’i Almanya Başkanı, Goebbels’i de Başbakan olarak göstermişti. Buna rağmen Goebbels ve eşi Magda 1 Mayıs 1945’de intihar etti.
Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla ve 12 yıl süren Hitler iktidarının ardından Hitler, Nazi Partisi ve Nazizmin sonuçları tüm dünyada kötü kabul edildi.
Eva Green
05.Temmuz.1980
Paris, Fransa
Sinema Oyuncusu, Besteci
Eva Green
1980-...
Eva Green, 1980 doğumlu Fransız aktris ve besteci. Aynı zamanda müziklerini de bestelediği, Bertolucci filmi The Dreamers'la ilk kez sinema seyircisi karşısına çıkan Green, 21. Bond filmi Casino Royale’de Bond kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorEva Gaelle Green, 5 Temmuz 1980’de Fransız Marlene Jobert ve İsveç’li Walter Green’in ikiz kızlarından biri olarak Paris, Fransa’da dünyaya geldi. Fransa’da tanınmış bir aktris olan annesinin yanısıra (Jobert, 1963’den itibaren kırkdan fazla filmde rol almış ve bunların arasında ünlü yönetmen Jean Luc Godard’la da çalıştı.) dişçi olan babası da 1966’da ‘Au hasard Balthazar’ adlı filmde rol alarak oyunculuğu bir kez tatmıştı.
Paris’in 17. Bölgesi’nde büyüyen ve eğitiminin ilk yıllarında Paris Amerikan Okulu’na (American School of Paris) devam eden Eva, 3 yıl boyunca da Paris’te oyunculuk eğitimi aldı. Sonrasında Londra’daki Webber Douglas Dramatik Sanatlar Akademisi’nde (Webber Douglas Academy of Dramatic Art) 10 haftalık bir kursa katıldı. Küçükken egyptologist olmak isteyen Eva, tiyatroyu çok sevdi ve derslerdeki başarısına rağmen 16’sındayken okulu bıraktı.
2001 yılında ’Jalousie En Trois Fax’ adlı tiyatro oyununda canlandırdığı ‘Iris’ rolüyle profesyonel kariyerine başlamış oldu. Oyunculuğu övgüye değer bulundu ve bu ona Yeni Çıkış Yapan Kadın Oyuncu (Révélation Théâtrale Féminine) kategorisinde ‘Les Molières’ adaylığı getirdi. 2002 yılında da ikinci oyunu ‘Turcaret’ ‘de şuh bir kadını canlandırdı.
2003 yılı Eva Green için dönüm noktası oldu. ‘Michael Pitt’ ve ‘Louis Garrel’ ile birlikte başrollerini paylaştığı ‘Bernardo Bertolucci’ filmi ‘The Dreamers’ onun ilk sinema filmi oldu. Filmde ‘Isabelle’ rolünü canlandıran Eva, buna ek olarak filmin müziklerinden birkaçını besteledi. Ünlü yönetmen Bertolucci’nin hakkında ‘Öyle güzel ki bu yersiz’ (so beautiful, it’s indecent) şeklinde yorumladığı Eva, performansıyla eleştirmenlerden de büyük beğeni topladı ve filmdeki çırılçıplak sahneleriyle ilgili de şunları söyledi:
Gerçek hayatta oldukça utangaç biriyim, çok çekingen, ama bilirsiniz, bu Bertolucci. Last Tango’yu izlemiştim ve pornografik değildi, bayağı ve adi değildi, bu yüzden ona güvendim. O aşk ve erotizmin üstadı, ben de kendi bilincimi kaybettim. Sanki uyuşturucu almıştım ya da anestezi altında gibiydim çünkü öyle olmanız gerekiyordu. Kendinizi tamamen bırakmanız ve herşeyi unutmanız gerekiyodu, herşeyi ve ordaki sesçi çocuğu bile.
Green, ‘Jean-Paul Salome’ ’nin yönetmenliğini yaptığı, ‘Romain Duris’ ve ‘Kristin Scott Thomas’ ile birlikte başrollerini paylaştığı 2004 yapımı Fransız filmi Arsene Lupin’de Kontes ‘Clarisse de Dreux-Sobise’ rolünü canlandırdı. Film karışık eleştiriler aldı. 2005 yılında ise başrolünde Orlando Bloom’un ortaçağ Fransa’sında nalbant ‘Balian’ karakterini canlandırdığı ‘Ridley Scott’ filmi Kingdom of Heaven’da ‘Sibylla of Jerusalem’ rolündeydi.
Green, yeni 007 ‘Daniel Craig’ ile birlikte 21. James Bond filmi ‘Casino Royale’de Bond Kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı. ‘The Daily Telegraph’ gazetesine verdiği röportajda ‘The Dreamers’tan sonra dikkatli olmalıydım ve aslında başlangıçta Bond Kızı rolü, aynı tür rollerle kendimi tekrarlıyacağım konusunda beni şüpheye düşürmüştü.’dedi. Kendisine verilen ilk deneme şansını geri çeviren Green, kendisine yollanan yeni senaryo ilgisini çekince rolü kabul etti. Bir İngiliz rolünü oynarken Fransız aksanının sorun çıkaracağı düşünüldü, fakat Green aksanı üzerinde özellikle çalıştı.
‘Claudine Auger’, ‘Corinne Clery’, ‘Carole Bouquet’ ve ‘Sophie Marceau’ ’dan sonra Bond Kızı rolünü oynayan beşinci Fransız aktris olan Green, bunun yanısıra 80’lerde doğan ilk Bond Kızı oldu. Casino Royale, 17 kasım 2006’da aynı anda tüm dünya sinemalarında gösterime girdi.
The Constant Gardener’ filminin yönetmeniyle ‘Tessa Quale’ rolü için buluşan fakat ‘Kingdom of Heaven’ filmi ile çakışması sebebiyle filmde yeralamayan Green, Brian DePalma’nın ‘The Black Dahlia’ filmi için de bir teklif alan ama yine Kingdom of Heaven filmi ile çakıştığı için bu filmde de oynayamayan Green, yaptığı açıklamada filmi reddetmesinin sebepleri arasında The Dreamers’tan sonra oynadığı seksi kadın (Femme Fatale) rolünü tekrarlamak istememesini de sebep olarak gösterdi.
Green 2007’de ‘Phillip Pullman’ın romanından sinemaya uyarlanan ve yönetmenliğini ‘Chris Weitz’ın yaptığı ‘His Dark Materials: Northern Lights’ adlı filmin kadrosuna seçildi. Filmde, Dakota Blue Richards’ın canlandırdığı ‘Lyra Belacqua’ karakterine, paralel gezegene olan yolculuğunda rehberlik eden, büyücü kraliçe ‘Serafina Pekkala’ rolünü canlandıracak olan Green, Nicole Kidman ve Adam Godley’in de yer aldığı bu projede, Bond filmindeki başrol arkadaşı ‘Daniel Craig’ ile de yeniden buluşuyor. Eva, oyunculuk ve ekranla ilgili şunları düşünüyor:
Sahne oyunculuğuna kıyasla kamera karşısında oyunculuk yapmak insanı onun oyuncağı haline getiriyor. Bu bendeki herşeyi dışa vurmanın yolu.Ekranda bağırmak, ağlamak ve gülmek neredeyse kara büyü gibi. Herşeyi yapabilirsiniz. Ben bir hayalperestim, bu yüzden de bu benim için iyi bir iş.
Sahne, kendimi tamamen ifade edebileceğim tek yer. Benim için oyunculuk terapi gibi. Oynarken damarlarımdaki kanı hissedebiliyorum. Çalışmıyorken bile, hep karakterleri canlandırarak kendi dünyam içinde yaşıyorum. Drama Okulundayken her zaman gerçekten kötü rolleri seçerdim, bu sizin günlük duygularınızla başedebilmenizi sağlayan iyi bir yol. Sahnedeyken her gece yeni birşey yaratıyorsunuz, artı izleyiciniz tam karşınızda.
Ben birçok şey olabilirim, oldukça çılgın ve genç ama gece klüplerine gidip çılgınlılar yapan biri değilim. Daha çok yatağa uzanıp klasik müzik dinleyerek rahatlamayı seviyorum.
Ben Cezayir, Türk, İsveç ve İspanyol kanına sahibim, bu yüzden de kendimi dünya vatandaşıymışım gibi hissediyorum. Hayatın ve sinemanın sınırları yoktur. Bir Hollywood yıldızı olmak istemiyorum. Tek isteğim işimi yapmak ve bundan zevk almak. Amacım gerçek kimliğimi bulmak ve kendime karşı her zaman dürüst kalabilmek.
Eva’nın, karakterlerinin tamamen zıt olduğunu düşündüğü ve sarışın olan Joy adında ayrı yumurta ikizi bir kız kardeşi var. İşletme üzerine eğitim alan Joy, şuanda bir İtalyan kontuyla evli.
Mayıs 2006’da Maxim Magazine’in ‘Hot 100 Listesi’nde 20. sırada olan ve Emporio Aramani’nin yeni kampanya yüzü olan 1.68 m. boyundaki Green, Fransızca ve İngilizce’yi akıcı bir şekilde konuşabiliyor ve zamanının yarısını Paris, diğer yarısını da Londra’daki evinde geçiriyor. Kingdom of Heaven filminin çekimlerinde tanıştığı rol arkadaşı Marton Csokas ile birlikteliği devam eden Eva, bundan önce de Fransız aktör Yann Claassen ile yaklaşık 4 yıl süren bir birliktelik yaşadı.
05.Temmuz.1980
Paris, Fransa
Sinema Oyuncusu, Besteci
Eva Green
1980-...
Eva Green, 1980 doğumlu Fransız aktris ve besteci. Aynı zamanda müziklerini de bestelediği, Bertolucci filmi The Dreamers'la ilk kez sinema seyircisi karşısına çıkan Green, 21. Bond filmi Casino Royale’de Bond kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorEva Gaelle Green, 5 Temmuz 1980’de Fransız Marlene Jobert ve İsveç’li Walter Green’in ikiz kızlarından biri olarak Paris, Fransa’da dünyaya geldi. Fransa’da tanınmış bir aktris olan annesinin yanısıra (Jobert, 1963’den itibaren kırkdan fazla filmde rol almış ve bunların arasında ünlü yönetmen Jean Luc Godard’la da çalıştı.) dişçi olan babası da 1966’da ‘Au hasard Balthazar’ adlı filmde rol alarak oyunculuğu bir kez tatmıştı.
Paris’in 17. Bölgesi’nde büyüyen ve eğitiminin ilk yıllarında Paris Amerikan Okulu’na (American School of Paris) devam eden Eva, 3 yıl boyunca da Paris’te oyunculuk eğitimi aldı. Sonrasında Londra’daki Webber Douglas Dramatik Sanatlar Akademisi’nde (Webber Douglas Academy of Dramatic Art) 10 haftalık bir kursa katıldı. Küçükken egyptologist olmak isteyen Eva, tiyatroyu çok sevdi ve derslerdeki başarısına rağmen 16’sındayken okulu bıraktı.
2001 yılında ’Jalousie En Trois Fax’ adlı tiyatro oyununda canlandırdığı ‘Iris’ rolüyle profesyonel kariyerine başlamış oldu. Oyunculuğu övgüye değer bulundu ve bu ona Yeni Çıkış Yapan Kadın Oyuncu (Révélation Théâtrale Féminine) kategorisinde ‘Les Molières’ adaylığı getirdi. 2002 yılında da ikinci oyunu ‘Turcaret’ ‘de şuh bir kadını canlandırdı.
2003 yılı Eva Green için dönüm noktası oldu. ‘Michael Pitt’ ve ‘Louis Garrel’ ile birlikte başrollerini paylaştığı ‘Bernardo Bertolucci’ filmi ‘The Dreamers’ onun ilk sinema filmi oldu. Filmde ‘Isabelle’ rolünü canlandıran Eva, buna ek olarak filmin müziklerinden birkaçını besteledi. Ünlü yönetmen Bertolucci’nin hakkında ‘Öyle güzel ki bu yersiz’ (so beautiful, it’s indecent) şeklinde yorumladığı Eva, performansıyla eleştirmenlerden de büyük beğeni topladı ve filmdeki çırılçıplak sahneleriyle ilgili de şunları söyledi:
Gerçek hayatta oldukça utangaç biriyim, çok çekingen, ama bilirsiniz, bu Bertolucci. Last Tango’yu izlemiştim ve pornografik değildi, bayağı ve adi değildi, bu yüzden ona güvendim. O aşk ve erotizmin üstadı, ben de kendi bilincimi kaybettim. Sanki uyuşturucu almıştım ya da anestezi altında gibiydim çünkü öyle olmanız gerekiyordu. Kendinizi tamamen bırakmanız ve herşeyi unutmanız gerekiyodu, herşeyi ve ordaki sesçi çocuğu bile.
Green, ‘Jean-Paul Salome’ ’nin yönetmenliğini yaptığı, ‘Romain Duris’ ve ‘Kristin Scott Thomas’ ile birlikte başrollerini paylaştığı 2004 yapımı Fransız filmi Arsene Lupin’de Kontes ‘Clarisse de Dreux-Sobise’ rolünü canlandırdı. Film karışık eleştiriler aldı. 2005 yılında ise başrolünde Orlando Bloom’un ortaçağ Fransa’sında nalbant ‘Balian’ karakterini canlandırdığı ‘Ridley Scott’ filmi Kingdom of Heaven’da ‘Sibylla of Jerusalem’ rolündeydi.
Green, yeni 007 ‘Daniel Craig’ ile birlikte 21. James Bond filmi ‘Casino Royale’de Bond Kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı. ‘The Daily Telegraph’ gazetesine verdiği röportajda ‘The Dreamers’tan sonra dikkatli olmalıydım ve aslında başlangıçta Bond Kızı rolü, aynı tür rollerle kendimi tekrarlıyacağım konusunda beni şüpheye düşürmüştü.’dedi. Kendisine verilen ilk deneme şansını geri çeviren Green, kendisine yollanan yeni senaryo ilgisini çekince rolü kabul etti. Bir İngiliz rolünü oynarken Fransız aksanının sorun çıkaracağı düşünüldü, fakat Green aksanı üzerinde özellikle çalıştı.
‘Claudine Auger’, ‘Corinne Clery’, ‘Carole Bouquet’ ve ‘Sophie Marceau’ ’dan sonra Bond Kızı rolünü oynayan beşinci Fransız aktris olan Green, bunun yanısıra 80’lerde doğan ilk Bond Kızı oldu. Casino Royale, 17 kasım 2006’da aynı anda tüm dünya sinemalarında gösterime girdi.
The Constant Gardener’ filminin yönetmeniyle ‘Tessa Quale’ rolü için buluşan fakat ‘Kingdom of Heaven’ filmi ile çakışması sebebiyle filmde yeralamayan Green, Brian DePalma’nın ‘The Black Dahlia’ filmi için de bir teklif alan ama yine Kingdom of Heaven filmi ile çakıştığı için bu filmde de oynayamayan Green, yaptığı açıklamada filmi reddetmesinin sebepleri arasında The Dreamers’tan sonra oynadığı seksi kadın (Femme Fatale) rolünü tekrarlamak istememesini de sebep olarak gösterdi.
Green 2007’de ‘Phillip Pullman’ın romanından sinemaya uyarlanan ve yönetmenliğini ‘Chris Weitz’ın yaptığı ‘His Dark Materials: Northern Lights’ adlı filmin kadrosuna seçildi. Filmde, Dakota Blue Richards’ın canlandırdığı ‘Lyra Belacqua’ karakterine, paralel gezegene olan yolculuğunda rehberlik eden, büyücü kraliçe ‘Serafina Pekkala’ rolünü canlandıracak olan Green, Nicole Kidman ve Adam Godley’in de yer aldığı bu projede, Bond filmindeki başrol arkadaşı ‘Daniel Craig’ ile de yeniden buluşuyor. Eva, oyunculuk ve ekranla ilgili şunları düşünüyor:
Sahne oyunculuğuna kıyasla kamera karşısında oyunculuk yapmak insanı onun oyuncağı haline getiriyor. Bu bendeki herşeyi dışa vurmanın yolu.Ekranda bağırmak, ağlamak ve gülmek neredeyse kara büyü gibi. Herşeyi yapabilirsiniz. Ben bir hayalperestim, bu yüzden de bu benim için iyi bir iş.
Sahne, kendimi tamamen ifade edebileceğim tek yer. Benim için oyunculuk terapi gibi. Oynarken damarlarımdaki kanı hissedebiliyorum. Çalışmıyorken bile, hep karakterleri canlandırarak kendi dünyam içinde yaşıyorum. Drama Okulundayken her zaman gerçekten kötü rolleri seçerdim, bu sizin günlük duygularınızla başedebilmenizi sağlayan iyi bir yol. Sahnedeyken her gece yeni birşey yaratıyorsunuz, artı izleyiciniz tam karşınızda.
Ben birçok şey olabilirim, oldukça çılgın ve genç ama gece klüplerine gidip çılgınlılar yapan biri değilim. Daha çok yatağa uzanıp klasik müzik dinleyerek rahatlamayı seviyorum.
Ben Cezayir, Türk, İsveç ve İspanyol kanına sahibim, bu yüzden de kendimi dünya vatandaşıymışım gibi hissediyorum. Hayatın ve sinemanın sınırları yoktur. Bir Hollywood yıldızı olmak istemiyorum. Tek isteğim işimi yapmak ve bundan zevk almak. Amacım gerçek kimliğimi bulmak ve kendime karşı her zaman dürüst kalabilmek.
Eva’nın, karakterlerinin tamamen zıt olduğunu düşündüğü ve sarışın olan Joy adında ayrı yumurta ikizi bir kız kardeşi var. İşletme üzerine eğitim alan Joy, şuanda bir İtalyan kontuyla evli.
Mayıs 2006’da Maxim Magazine’in ‘Hot 100 Listesi’nde 20. sırada olan ve Emporio Aramani’nin yeni kampanya yüzü olan 1.68 m. boyundaki Green, Fransızca ve İngilizce’yi akıcı bir şekilde konuşabiliyor ve zamanının yarısını Paris, diğer yarısını da Londra’daki evinde geçiriyor. Kingdom of Heaven filminin çekimlerinde tanıştığı rol arkadaşı Marton Csokas ile birlikteliği devam eden Eva, bundan önce de Fransız aktör Yann Claassen ile yaklaşık 4 yıl süren bir birliktelik yaşadı.
Nicole Scherzinger
29.Haziran.1978
Honolulu, Havai, A.B.D.
Dansçı, Pop Şarkıcısı
Nicole Scherzinger
1978-...
Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
29.Haziran.1978
Honolulu, Havai, A.B.D.
Dansçı, Pop Şarkıcısı
Nicole Scherzinger
1978-...
Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
Nicole Scherzinger
29.Haziran.1978
Honolulu, Havai, A.B.D.
Dansçı, Pop Şarkıcısı
Nicole Scherzinger
1978-...
Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
29.Haziran.1978
Honolulu, Havai, A.B.D.
Dansçı, Pop Şarkıcısı
Nicole Scherzinger
1978-...
Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
Amy Winehouse
14.Eylül.1983
Southgate, Londra
Besteci, Pop Şarkıcısı
Amy Winehouse
1983-...
Amy Jade Winehouse, İngiliz soul, caz ve R&B bestecisi ve şarkıcısı.
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor
14 Eylül 1983 yılında, kendisiyle aynı müzik sevgisini paylaşan eczacı bir annenin ve taksi şoförü bir babanın kızı olarak, Londra’nın kuzey bölgesindeki Southgate’te dünyaya geldi. Southgate’in varoşlarında büyüyen Winehouse, çoğu caz müzisyeni olan akrabalarının da etkisiyle müzikle ilgilenmeye başladı. Eğitimine Southgate School’da başlayan Winehouse, daha sonra Ashmole School’a gitmek için okulundan ayrıldı.
13 yaşına geldiğinde ilk kez kendi gitarına sahip oldu ve bir sene içinde kendi bestelerini yapmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Winehouse’un uyuşturucuyla tanışmaya başladığı yıllar oldu.
20 Ekim 2003 yılında, yapımcılığını Salaami Remi’nin üstlendiği albümü “Frank” albümü yayınlandı. Genel olarak caz etkileşimlerinin yer aldığı bu albümdeki bestelerin tamamının yapımında Winehouse’da etkin rol üstlendi. Winehouse, iyi eleştiriler alan bu albümle adından söz ettirmeye başlamış oldu. “Frank” albümü ile 2004 yılında, İngiletere’nin en iyi kadın solisti ödülüne aday oldu. Aynı yıl Ivor Novello beste yarışmasında, en iyi modern beste ödülünü kazandı.
İlk albümün yayınlanmasının ardından yaklaşık 18 ay boyunca beste yapmayan Winehouse, tekrar çalışmaya başlayarak 30 Ekim 2006 tarihinde “Black to Black” albümünü, yine Salam Remi’nin prodüktörlüğünde yayınladı. Bu albüm İngiltere listelerinde farklı zamanlarda bir numaraya çıkarak büyük bir başarı yakaladı. Black to Black albümünün ardından gelen single çalışmalarından “Rehab”, ulusal listelerde 7 numaraya kadar yükseldi. Aynı yıl MTV Müzik Ödülleri’nde gerçekleştirdiği performans sonrası bu şarkı, Time dergisi tarafından 2007 yılında, yılın en iyi on şarkısından biri olarak gösterildi.
8 Ocak 2007 tarihinde, aynı albümün ikinci single çalışması olan “You Know I’m No Good”u yayınlayan Winehouse’a şarkının rap vokallerinde Ghostface Killah eşlik etti.
Albümlerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmasının ardından, uluslararası ünü daha da artan Winehouse, bu ülkede yakaladığı başarı ile bir ilke imza atarak, gelmiş geçmiş en iyi çıkış yapan yabancı kadın vokal olarak nitelendirildi.
Spekülatif hareketleri ve açıklamalarıyla magazin basınının peşini bırakmadığı Winehouse, bugünlerde yeniden uyuşturucu kullandığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya.
Albümleri :
2006 Black to Black 2003 Frank
Ödülleri :
2008 – Grammy Ödülleri; En İyi Pop Vokal Albümü adaylığı, En İyi Kadın Pop Vokal Performansı adaylığı, En İyi Yeni Şarkıcı adaylığı, En İyi Şarkı (Rehab) adaylığı, Yılın Albümü adaylığı. 2008 – Brit Awards; En İyi İngiliz Şarkıcı Ödülü adaylığı. 2007 – Vibe Awards; Yılın Sanatçısı Ödülü adaylığı. 2007 – MTV Avrupa Müzik Ödülleri; Yılın Albümü adaylığı, En İyi Yeni Sanatçı Ödülü adaylığı. 2007 – MOBO Awards; En İyi İngiliz Kadın Sanatçı Ödülü 2007 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Rehab) 2004 – Brit Awards – En İyi Kadın Sanatçı Ödülü adaylığı 2004 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Stronger Than Me)
14.Eylül.1983
Southgate, Londra
Besteci, Pop Şarkıcısı
Amy Winehouse
1983-...
Amy Jade Winehouse, İngiliz soul, caz ve R&B bestecisi ve şarkıcısı.
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor
14 Eylül 1983 yılında, kendisiyle aynı müzik sevgisini paylaşan eczacı bir annenin ve taksi şoförü bir babanın kızı olarak, Londra’nın kuzey bölgesindeki Southgate’te dünyaya geldi. Southgate’in varoşlarında büyüyen Winehouse, çoğu caz müzisyeni olan akrabalarının da etkisiyle müzikle ilgilenmeye başladı. Eğitimine Southgate School’da başlayan Winehouse, daha sonra Ashmole School’a gitmek için okulundan ayrıldı.
13 yaşına geldiğinde ilk kez kendi gitarına sahip oldu ve bir sene içinde kendi bestelerini yapmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Winehouse’un uyuşturucuyla tanışmaya başladığı yıllar oldu.
20 Ekim 2003 yılında, yapımcılığını Salaami Remi’nin üstlendiği albümü “Frank” albümü yayınlandı. Genel olarak caz etkileşimlerinin yer aldığı bu albümdeki bestelerin tamamının yapımında Winehouse’da etkin rol üstlendi. Winehouse, iyi eleştiriler alan bu albümle adından söz ettirmeye başlamış oldu. “Frank” albümü ile 2004 yılında, İngiletere’nin en iyi kadın solisti ödülüne aday oldu. Aynı yıl Ivor Novello beste yarışmasında, en iyi modern beste ödülünü kazandı.
İlk albümün yayınlanmasının ardından yaklaşık 18 ay boyunca beste yapmayan Winehouse, tekrar çalışmaya başlayarak 30 Ekim 2006 tarihinde “Black to Black” albümünü, yine Salam Remi’nin prodüktörlüğünde yayınladı. Bu albüm İngiltere listelerinde farklı zamanlarda bir numaraya çıkarak büyük bir başarı yakaladı. Black to Black albümünün ardından gelen single çalışmalarından “Rehab”, ulusal listelerde 7 numaraya kadar yükseldi. Aynı yıl MTV Müzik Ödülleri’nde gerçekleştirdiği performans sonrası bu şarkı, Time dergisi tarafından 2007 yılında, yılın en iyi on şarkısından biri olarak gösterildi.
8 Ocak 2007 tarihinde, aynı albümün ikinci single çalışması olan “You Know I’m No Good”u yayınlayan Winehouse’a şarkının rap vokallerinde Ghostface Killah eşlik etti.
Albümlerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmasının ardından, uluslararası ünü daha da artan Winehouse, bu ülkede yakaladığı başarı ile bir ilke imza atarak, gelmiş geçmiş en iyi çıkış yapan yabancı kadın vokal olarak nitelendirildi.
Spekülatif hareketleri ve açıklamalarıyla magazin basınının peşini bırakmadığı Winehouse, bugünlerde yeniden uyuşturucu kullandığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya.
Albümleri :
2006 Black to Black 2003 Frank
Ödülleri :
2008 – Grammy Ödülleri; En İyi Pop Vokal Albümü adaylığı, En İyi Kadın Pop Vokal Performansı adaylığı, En İyi Yeni Şarkıcı adaylığı, En İyi Şarkı (Rehab) adaylığı, Yılın Albümü adaylığı. 2008 – Brit Awards; En İyi İngiliz Şarkıcı Ödülü adaylığı. 2007 – Vibe Awards; Yılın Sanatçısı Ödülü adaylığı. 2007 – MTV Avrupa Müzik Ödülleri; Yılın Albümü adaylığı, En İyi Yeni Sanatçı Ödülü adaylığı. 2007 – MOBO Awards; En İyi İngiliz Kadın Sanatçı Ödülü 2007 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Rehab) 2004 – Brit Awards – En İyi Kadın Sanatçı Ödülü adaylığı 2004 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Stronger Than Me)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)