2 Mayıs 2008 Cuma

Leona Lewis


03.Nisan.1985

Londra, İngiltere

Ses Sanatçısı, Müzisyen, Pop Şarkıcısı










Leona Lewis
1985-...

İngiliz şarkıcı. Tüm zamanların en hızlı satan 4. albümünün sahibi olan Lewis, İngiltere'deki X Factor isimli yetenek yarışmasında keşfedilmiştir. Bleeding Love isimli single'ı ise rekor kırarak ülkenin en çok ilgi gören çalışmalarından biri olmuş, haftalarca zirvedeki yerini korumuştur.
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor3 Nisan 1985 tarihinde Karayip kökenli Aural Josiah ve anglo-sakson kökenli Maria Lewis'in kızı olarak Islington, Londra, İngiltere'de dünyaya geldi. Teatral tarzı ve güzel sesiyle bebek denilebilecek yaşta yeteneğinin sinyallerini veren Lewis, henüz beş yaşındayken Sylvia Young Theatre School'da eğitim almaya başladı. Sylvia Young Theatre School'u Italia Conti Academy ve BRIT School'da gördüğü öğrenim süreçleri izledi. İlk şarkısını 12 yaşında besteleyen müzisyen, katıldığı tüm yetenek yarışmalarından da birincilikle ayrılıyordu.
Okuldan ayrıldıktan sonra geçimini sağlamak ve şarkılarını kaydettiği kayıt stüdyolarına para ödeyebilmek için garsonluktan resepsiyonistliğe kadar bir çok farklı işte çalışan Lewis, sonunda demo kayıtlardan oluşan ve tamamının sözünü müziğini kendisinin yaptığı Twilight adlı albümü hazırladı. Ancak Twilight, hiç bir zaman dinleyiciyle buluşamadı. 15 yaşındayken prodüktör Marley J. Wills'in desteğini alarak Minnie Riperton'ın Lovin' You isimli şarkısını yeniden seslendirdi ve bunun üzerine Sony firması ikiliyi Amerika'ya davet etti.
Erkek arkadaşının zoruyla X Factor isimli yetenek yarışmasına katılan Lewis ilk seçmelerde Over the Rainbow'u seslendirdi ve yarışmanın sonunda 16 Aralık 2006'da birinci olduğu açıklandı. Danışmanı Simon Cowell'di. Louis Walsh ve Sharon Osbourne jüri üyesi olarak başından beri Lewis'i favori olarak gösteriyorlardı ve onu soul müziğin divaları Mariah Carey, Whitney Houston ve Celine Dion'la kıyaslıyorlardı. Showun final gecesinde ünlü İngiliz grup Take That'le birlikte A Million Love Songs'u seslendiren şarkıcı büyük takdir kazandı. Take That'in vokali Gary Barlow bu performanstan çok etkilenerek Cowell'a: "Bu kız bugüne kadar yarışmanıza katılan herhangi bir yarışmacıdan 50 kez daha iyi ve ona doğru bir albüm yapmanız konusunda bu sizin sorumluluğunuzu arttırıyor." açıklamasında bulundu. 17 Mart 2008'de Oprah Winfrey Show'a katılan Simon Cowell Lewis'in çok kısa zamanda iyi bir şarkıcıdan bir süper stara dönüştüğünü belirtti.
Kelly Clarkson'ın ilk single'ı A Moment like This'i yeniden seslendirdiği kopya milyonlarca satan şarkıcı, aynı zamanda internette yarım saat içinde beşbin kez download edilerek bir rekora imza attı. 2006 noelinde İngiltere'nin en çok satan çalışması Lewis'e aitti. Gnarls Barkley'in "Crazy isimli çalışmasının da önüne geçen şarkı, müzisyenin İngiltere'de kazandığı başarıyı tesciller nitelikteydi. Bu olağanüstü başarının ardından Lewis'in albümü Simon Cowell ve Clive Davis'in prodüktörlüğünde 25 Nisan 2007'de müzik marketlerdeki yerini aldı. Tüm zamanların en hızlı satan dördüncü albümünün sahibi olarak yepyeni bir rekora imza atıyordu şarkıcı. Albüm Spirit adını taşıyordu ve albümden çıkan Bleeding Love isimli ilk single haftalarca İngiltere listelerinde bir numara kalma başarısı gösterdi ve Amerika'da da yılın en iyi albümlerinden biri olarak lanse edildi.
Lewis 9 yaşından beri onu tanıyan elektirkçi Lou Al-Chamaa'yla birlikteliğini sürdürmektedir. Vejetaryendir.
Christina Ricci


12.Şubat.1980

Kaliforniya, ABD

Sinema Oyuncusu










Christina Ricci
1980-...

Oyunculuğa genç yaşta başlamış Amerikalı sinema oyuncusu.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorChristina Ricci, 12 Şubat 1980'de Santa Monica, California'da dünyaya geldi. Sinemayla tanışması ilk kez 7 yaşında oldu. İlk başrolünü "The Twelve Days of Christmas" filmiyle kazanan küçük aktris, yeteneği ile kısa zamanda ajansların dikkatini çekmeyi başardı. Ünlü şarkıcı Cher ve Winona Ryder ile birlikte ailenin en küçük kızı olarak 1990 yapımı olan "Mermaids" ile adını duyurdu. Bu filmden itibaren Winona Ryder ve Ryder'ın daha sonra sevgilisi olacak olan Johnny Depp ile sıkı bir dostluk kurdu. "Asylum" adlı kendi filmini yönettiğinde ise henüz 9 yaşındaydı.
1991 yılında "The Hard Way" filminde küçük bir rolde oynayan Ricci, daha sonra kendisini meşhur yapacak olan yönetmenliğini Barry Sonnenfeld'ın yaptığı "The Adams Family"de rol aldı. Eğitimi için bir süre sinemaya bir süre ara verdikten sonra 1995 yılında "Now and Then" ile film dünyasına geri döndü. Aynı yıl Bill Pullman ile birlikte yönetmenliğini Brad Silberling'in yaptığı "Casper" adlı filminde oynayan Ricci, ertesi yıl sırasıyla "The Secret of Bear" ve "The Last of the High Kings" filmlerinde yer aldı. 1997 yapımı "That Darn Cat" filminde başrol oynadıktan sonra aranan bir oyuncu oldu.
Ang Lee'nin beğeni toplayan filmi "The Ice Strom"da duygusal açıdan ayrı olan bir anne babanın büyümüş de küçülmüş 14 yaşındaki çocukları Wendy'i canlandırdı. Bu film kariyerinde önemli yer tutan filmlerden biri oldu. Ricci daha sonra Vincent Gallo'nun "Buffalo 66", Don Roos'un "The Opposite of Sex" ve Terry Gilliam'ın "Fear and Loathing in Las Vegas" filmlerinde benzer roller aldı. Senarist-yönetmen Sally Potter'ın II. Dünya Savaşı'nı konu alan dramı "The Man Who Cried" adlı filmde oynayan oyuncunun rol arkadaşları Johnny Depp, Cate Blanchett ve John Tutturro gibi deneyimli aktörlerden oluşuyordu. Aynı yıl "Bless The Child" adlı yapımda da yer aldı. Ricci'nin yakın arkadaşı olan Johnny Depp ile birlikte rol aldığı bir diğer film ise yönetmenliğini Tim Burton'nın yaptığı "Sleepy Hollow" oldu.
Ünlü aktris daha sonra 2003 yılında Charlize Theron ile birlikte "Monster" adlı filmde yer aldı. Ardından 2005 yılında "Cursed", 2007 yılında Samuel Jackson ile birlikte "Black Snake Moan" ve 2008 yılında "Speed Racer" adlı filmlerle karşımıza çıktı.
AC_FL_RunContent( 'codebase','http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=5,0,0,0','width','96','height','121','src','/v4-images/uper','wmode','transparent','quality','high','pluginspage','http://www.macromedia.com/shockwave/download/index.cgi?P1_Prod_Version=ShockwaveFlash','movie','/v4-images/uper','menu','false' ); //end AC code








Adolf Hitler


20.Nisan.1889
30.Nisan.1945

Braunau am Inn, Avusturya
Berlin

Devlet Başkanı










Adolf Hitler
1889-1945









Adolf Hitler, 1889 Avusturya doğumlu devlet başkanı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yani Nazi Partisi’nin lideri olan Hitler, 1933’de Almanya'nın başbakanı oldu. 1934’de kendisini Almanya’nın Führeri (lideri) ilan eden Hitler, 1945'deki ölümüne kadar Alman halkını peşinden sürüklemeyi başardı. Almanya'nın üstün ırk olduğuna inandı ve Almanca konuşan herkesi tek bir çatı altında toplamayı amaç edindi. Hitler, bu uğurda birçok Yahudi'yi ve diğer azınlık mensuplarını katletti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorAdolf Hitler, 20 Nisan 1889’da Alois (Schicklgruber) Hitler (1837-1903) ve Klara Pölzl’in (1860-1907) üçüncü çocuğu olarak Yukarı Avusturya’da, Almanya sınırına çok yakın küçük bir kasaba olan, Braunau am Inn’de dünyaya geldi. Ev kadını olan annesi Klara, Alois Hitler’in 3. eşi ve aynı zamanda da ikinci dereceden kuzeniydi. Aralarındaki akrabalık nedeniyle kilisenin özel izniyle evlenen çiftin Gustav ve Ida adındaki ilk iki çocukları daha bebekken ölmüş, Adolf’dan sonra dünyaya gelen Edmund ise sadece 6 yaşına kadar hayatta kalabilmişti. 21 Ocak 1896’da ise kız kardeşi Paula Hitler dünyaya geldi.
Gümrük memurluğu yapan babası Alois Hitler’in, 2. eşinden de Alois Jr. ve Angela isimlerinde iki çocuğu vardı. Gayri meşru olarak dünyaya gelen Alois, 39 yaşına kadar annesinin soyadını (Schicklgruber) taşıdı. Ziyaret ettiği doğum kayıtlarından sorumlu bir rahibin, üvey babasının ‘Johann Georg Hiedler’ olduğunu ( bir diğer olasılık ise kardeşi Johann Nepomuk Hiedler’di) kanıtlamasıyla ‘Hiedler’ soyadını kullanmaya başladı. Hiedler, Huetler ve Huettler gibi şekillerde telaffuz edilen soyadı, son olarak Hitler şeklinde yerleşti. (Sonraları Adolf, politik düşmanları tarafından soyadının aslında Hitler olmadığı, Schicklgruber olduğu suçlamalarıyla karşılaştı. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında, Alman şehirleri üzerinden ‘Heil Schicklgruber’ (Yaşasın Schicklgruber) ibaresi taşıyan broşürler uçaklardan atılarak müttefik propagandası olarak da kullanıldı.)

Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un anneannesinin ismi de Johanna Hiedler’di. İsmi eski Almanca’da ‘asil kurt’ (Adolf = nobelity + wolf) anlamına gelen Adolf, akrabaları arasında kısaca ‘Adi’ ismiyle biliniyordu. (Adolf Hitler, yakın çevresiyle arasında, 1920’lerin başlarından 3. hükümetin düşüşüne kadar ‘Wolf ‘ takma adını kullandı. Hatta bu durum Avrupa kıtasındaki çeşitli merkezlerin isimlerinde de etkili oldu. Doğu Prusya’da Wolfsschanze, Fransa’da Wolfsschlucht, Ukrayna’da Werwolf gibi.)
Babasının çıkan tayinleri nedeniyle Braunau’dan Passau’ya ardından Lambach’a, Leonding’e ve Linz’e taşınmalarıyla, ilkokul eğitimini çeşitli okullarda alan Adolf, başarılı bir öğrenciydi.
En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum. İşte bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim. Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda "Lambach Chanoine"lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. (Kavgam, Bölüm. 1)
Linz’de başladığı lisede ise 1. sınıfı yeniden tekrarlamak zorunda kaldı. Kendisi gibi memur olmasını isteyen babasının aksine, Adolf ona direniyordu ve ressam olmak istiyordu.
Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem benim davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu.Konuşma hevesim yavaş yavaş kaybolurken, kişiliğime daha uygun becerilerim ortaya çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeşitli kitapları ve 1870 - 1871 Alman Fransız savaşlarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaşa ve askerliğe ait şeylerin tamamını her türlü kaynaktan toplamaya başladım. (Kavgam, Bölüm. 1)
Çizimlerine ve resimlerine çok güvenen Adolf, bu konudaki direnişine hiç ara vermiyordu. (1. Dünya Savaşı’na katılmasından önce, Hitler’in 2000’den fazla çizimi ve resmi vardı.)
Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluşturan şeyin, benim tarafımdan kabul edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu, işte bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok doğaldı. Hayat kavgasının kazandırdığı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha doğrusu tecrübesiz bir delikanlının geleceği hakkında karar vermesine izin vermiyordu. Fakat sonunda iş bambaşka oldu. (Kavgam, Bölüm. 1)
Hitler’in babası geçirdiği felç nedeniyle 3 Ocak 1903’te öldü. Babasının ölümünden 3 yıl sonra, liseyi terk edip, yetim çocuklar pansiyonuna yerleşen Adolf, annesinin de desteğiyle bohem bir hayat sürdürmeye başladı.
Benim için meslek problemi, tahmin ettiğimden çok daha kısa bir süre içinde çözülecekti. Çünkü, babam daha ben on üç yaşındayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en güçlü döneminde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden sona erdirdi. Fakat bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en büyük isteği, oğlunu, kendisinin ilk günlerinde çektiği yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. Bu isteğini gerçekleştiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de aklımızdan geçirmediğimiz bir geleceğin tohumlarını ekmişti. (Kavgam, Bölüm. 1)
Adolf, ağır şekilde hastalandı ve doktor tavsiyesiyle liseden bir yıl kadar uzak kaldı. Bu dönem boyunca çizimlerine devam etti.
Ciğerlerim feci şekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realschule'deki öğrenimime ara vermeyi öğütledi. Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sağlanmış oluyordu. Hastalandığım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye girmeme rıza gösterdi. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907 yılında başvurduğu Viyana Güzel SanatlarAkademisi (Academy of Fine Arts Vienna) tarafından ressamlığa uygun olmadığı gerekçesi ve yeteneklerini mimarlık alanında geliştirmesi öğüdüyle reddedildi. Adolf, bu öğüdü yerine getirmeyi çok istemesine rağmen bunun için teknik alt yapısı ve lise diploması olması zorunluydu.
Annesinin hastalığı ortaya çıktığında geçim kaynakları neredeyse kurumak üzere olan Adolf, kendisine bağlanan yetim aylığıyla geçiniyordu. Bu yüzden Viyana’ya gitme kararı aldı.
Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı başarmıştı. Babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım, memur değil. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907’nin 21 Aralık gününde, annesi iyice ilerleyen göğüs kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Hitler, çok büyük bir üzüntüye boğulmuştu. Artık tek isteği Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmekti.
Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. (Kavgam, Bölüm. 1)
1908’de bir kez daha başvurduğu akademinin, onu yeniden reddetmesinin ardından umutlarını da yitirmiş bir şekilde tamamen parasız kaldı. Yetim maaşının kendi payına düşen kısmını da kardeşi Paula’ya veren Adolf, 21 yaşındayken halasından kalan az miktardaki miras parasının da bitmesiyle 1909’da evsizler yurduna yerleşti. Posta kartlarından kopyaladığı manzara resimlerini, dükkanlara ve turistlere satarak geçinmeye çalışan Adolf, 1910 yılında çalışan fakir adamların kaldığı bir eve yerleşti.
Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.”
İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. O günlerde Viyana'da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. İşte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükûnet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.
Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. (Kavgam, Bölüm. 1)”
Viyana’dayken, ilk kez içinde Doğu Avrupa’daki birçok Ortodoks Yahudi (Hitler’e göre ırkçı teorilerle karışık, geleneksel dinci ve önyargılı, geniş bir yahudi kitlesi) için, anti-semitist düşünceler barındırmaya başladı. Zamanla Lanz von Liebenfels’in ırk ideolojileri ve anti-semitizm hakkındaki yazılarından ve Vienna Belediye Başkanı, aynı zamanda Hıristiyan Sosyal Partisi’nin (Christian Social Party) kurucusu ve tarihin en şiddetli demagoglarından Karl Lueger ve Pan-Germanic Away from Rome! Hareketi’nin (pan-Germanic Away from Rome! Movement) lideri Georg Ritter von Schönerer gibi politikacıların yarattığı polemiklerden etkilendi. Daha sonra yazdığı Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabında, dine bağlı anti-semitizm karşıtlığından, nasıl tam tersi bir zemine (anti-semitizmi ırkçı zeminde desteklemeye) geçiş yaptığını anlattı.
Hitler Yahudileri, kendi tanımladığı Ari Irk’ın doğal düşmanları olduğunu iddia etmeye başladı ve Avusturya’daki krizden de onları sorumlu tuttu. Aynı zamanda kendi Anti-semitizmini Anti-Marxism ile karıştırarak, Sosyalizmin ve özellikle de liderleri arasında birçok Yahudi bulunduran Bolşevizmin keskin hatlarını tanımladı. Almanya’nın uğradığı askeri bozgundan 1917 Devrimlerini sorumlu tutarak, yahudilere Almanya İmparatorluğu’nun askeri yenilgisinin ve sonuç olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin de suçlusu kabul etti.
Çok Uluslu Avusturya Monaşi Krallığı Parlementosu'ndaki patırtılı sahnelerden çıkardığı genellemeyle, demokratik parlementer sistemin aşağılığına ve bayağılığına dair sabit bir inanç geliştirdi. Bu da kendi politik görüşlerinin temeli biçimlendirdi. (Yakın arkadaşı ve oda arkadaşı August Kubizek’e göre ise Hitler o dönemde politikadan çok Wagner’in operalarıyla ilgilenmekteydi.)
Babasından kalan mal varlığının son parçasıyla mayıs 1912’de, Münih’e gitti. her zaman gerçek Almanya’da yaşamak istemişti. Mimariyle ve Houston Stewart Chamberlain’ın yazılarıyla daha da ilgilenmeye başladı .
1912 yılının baharında Münih'e gittim, Sanki yıllarca orada .oturmuşum gibi şehir bana hiç yabancı gelmedi, incelemelerim beni defalarca bu Alman sanatının merkezine götürmüştü. Münih bilinmezse Almanya görülmüş sayılamayacağı gibi, Münih tanınmadıkça Alman sanatı hakkında da bir fikre sahip olunamaz. (Kavgam, Bölüm. 4)
Münih’e gitmesi, bir süreliğine Avusturya’daki askerlik görevinden de kaçmasını sağladı fakat sonrasında Avusturya Ordusu tarafından tutuklandı. Yapılan fiziksel inceleme ve pişmanlık savunması sonrasında askerlik için elverişsiz sayıldı ve Münih’e dönmesine izin verildi. Buna rağmen ağustos 1914’de Almanya 1. Dünya Savaşı’na girdiğinde acilen Bavyera kralı 3. Ludwig’den Bavyera alayında savaşmak için izin ricasında bulundu. İsteği kabul edildi ve Hitler gönüllü olarak Bavyera ordusuna katılmış oldu.
Siyasi sebeplerden dolayı önce Avusturya'yı terk ettim. Habsbourglar Devleti için mücadele etmek istemiyordum. Fakat milletim ve imparatorluk için her an ölmeye hazırdım. 3 Ağustosta Kral Üçüncü Louis'ye bir dilekçe sundum ve Bavyera alayına girmek lütfunun benden esirgenmemesini talep ettim. Hiç şüphe yok ki o günlerde özel kalem daireleri pek meşguldü, işte bundan dolayı, hemen ertesi günü, isteğimin kabul edildiği haberini ve bir Bavyera alayına müracaat emrini alınca pek çok sevindim. Birkaç gün zarfın da ancak altı yıl sonra sırtımdan çıkaracağım üniformamı giydim işte benim ve her Alman için şu ölümlü hayatın en unutulmaz ve en yüce zamanı bu suretle başladı. (Kavgam, Bölüm. 4)
Fransa ve Belçika’da, 16. Bavyera Yedek Alayı karargahında haberci olarak aktif hizmette bulunan ve düşman ateşine maruz kalan Hitler, yanındaki diğer askerlerin aksine yemeklerden ya da zor koşullardan asla şikayet etmedi. Bunun yerine sanat ya da tarih hakkında konuşmayı tercih eden Hitler, ordu gazetesi için bazı karikatürler ve eğitsel çizimler de yaptı. Görevini yaparken ki sürati ve başarısı nedeniyle ilki aralık 1914’de İkinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, Second Class) ve diğeri de ağustos 1918’de ve er düzeyindeki bir askere nadir olarak verilen bir onur olan Birinci Sınıf Demir Haç (Iron Cross, First Class) olmak üzere iki askeri nişan aldı.
Hitler alayı terketmek istememesine rağmen, gene de ‘liderlik özelliklerinin yeteri çerçevede olamadığı’ gerekçesiyle rütbesi yükseltilmedi. Bazı kaynaklara göre ise yükseltilmemesinin asıl nedeni Alman vatandaşı olmamasıydı. Alay karargahındaki görev mevkisi çokça tehlike içermesinin yanısıra ona sanat çalışmalarını sürdürmesi için de zaman veriyordu. Ekim 1916’da Fransa’nın kuzeyinde bacağından yaralanan Hitler, mart 1917’de ön saflardaki görevine geri döndü. Hitler, düşman ateşiyle yaralanması nedeniyle aynı yıl Gazi Nişanı aldı.
15 Ekim 1918’de savaşın sona ermesinden kısa bir süre önce, Hitler zehirli gaz saldırısından dolayı geçirdiği geçici körlük nedeniyle, savaş meydanındaki askeri hastaneye götürüldü. David Lewis ve Bernhard Horstmann gibi bazı psikologlara göre ise bu geçici körlüğün sebebi geçirdiği bir histeri kriziydi. Hitler, hayatının amacının Almanya’yı kurtarmak olduğuna iyice ikna olmuştu.
Uzun zamandır Almanya’ya hayran olan Hitler, hala Alman vatandaşı olmamasına rağmen savaş sırasında da tutkulu bir vatansevere dönüştü. Alman ordusu hala düşman topraklarını tutmaktayken, kasım 1918’de Almanya’nın teslim olmasıyla şoka uğradı. Birçok Alman milliyetçisi gibi o da savaş alanında değil masada yenilmelerini tasvir eden ‘sırtından bıçaklandığına inandı. Buna neden olan politikacılar daha sonra ’Kasım Suçluları’ olarak adlandırıldılar.
Versay Antlaşması, Almanya’yı çeşitli topraklardan yoksun bırakırken, Rhineland’i askeri güçlerden temizledi ve zorlu ekonomik yaptırımlar yükledi. Antlaşma aynı zamanda da Almanya’yı, Büyük Savaş’ın tüm dehşetinin suçlusu ilan etti ve miktarı belirlenmemiş bir tazminat yükümlülüğü getirdi. Sonrasında, miktar (Dawes Plan), (the Young Plan) ve (the Hoover Moratorium) antlaşmalarıyla tekrar tekrar revize edildi. Antlaşma, Almanlar tarafından aşağılanma olarak görülen, tüm suçun kendilerine yüklenmesinin yanında, silahlı güçlerin neredeyse tamamının kaldırılması, hava gücü ve denizaltılar olmadan, sadece 6 savaş gemisine ve silahlı araçları olmayacak 100.000 kişilik bir orduya izin verilmesi gibi ağır hükümler içeriyordu.
Bu antlaşma, hem sosyal hem de politik şartlar açısından Hitler ve partisinin (National Socialist Party) kendilerine güç arayışı sırasında oldukça önemli bir faktör oldu. Almanya’yı ayağa kaldırmak için, antlaşmanın Kasım Suçluları tarafından imzalanmasını kullanmaya karar verdiler ve Paris Konferansı sırasında çok az seçim hakları olmasına rağmen, onları günahkeçisi yaptılar.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler orduda kaldı ve Münih’e döndü. Burada (sonraki demeçlerinin aksine) öldürülen Bavyera Başbakanı Kurt Eisner’in cenaze yürüyüşüne katıldı. Münih Sovyet Cumhuriyeti’nin (Munich Soviet Republic) kaldırılmasından sonra Bavyera Reichswehr Grubu Karargahında, Eğitim ve Propaganda Bölümü (Education and Propaganda Department (Dept Ib/P) of the Bavarian Reichswehr Group) tarafından organize edilen ve Yüzbaşı Karl Mayr’ın ‘sosyal düşünce’ kurslarında yeraldı. Bu grubun anahtar amacı, savaşın patlak vermesi ve Almanya’nın yenilgisi için bir günah keçisi yaratmaktı. Günah Keçileri, uluslararası Musevi halkı, koministler ve parti çemberi dışındaki politikacılar kabul edildi. Bunlar özellikle de Weimar Koalisyon (Weimar Coalition) partilerindekiler ve ‘Kasım Suçluları’ olarak anılan politikacılardı.
Temmuz 1919’da askeri organizasyon (Reichswehr) içerisindeki İstihbarat Birliği’nde çalışmak üzere, polis casusları atadı. Bu casusların amacı, diğer askerleri benzer fikirlerle etkilemek ve imkanlar dahilinde bir sosyalist olması düşünülmüş Alman İşçi Partisi (German Workers' Party (DAP)) adındaki küçük partiye sızmayı mümkün kılmaktı. Hitler, bu denetleme sırasında politikacı Anton Drexler’in, toplumun tüm üyelerinin ortak dayanışmasıyla ve sosyalizmin Yahudi karşıtı bir versiyonu olup, güçlü, aktif bir hükümeti onaylayan ve anti-semitik, milliyetçi, anti-kapitalist ve de Marksizm karşıtı fikirlerine hayran kaldı.
Burada ayrıca partinin ilk kurucularından ve gizli Thule Society’nin de üyesi olan, Dietrich Eckart’la da tanıştı. Eckart, Hitler’in akıl hocası oldu. Onunla fikir alış-verişlerinde bulundu, ona nasıl giyinmesi ve nasıl konuşması gerektiğini öğretti ve ve onu geniş bir çevreye tanıttı. Hitler ona teşekkürünü kitabının ikinci bölümündeki övgüleriyle yaptı.
Ordudan mart 1920’de terhis olan Hitler ve eski üstleri, böylelikle parti aktivitelerinde tam zamanlı yeralmaya başladılar. 1921’in başlarında Hitler, konuşmalarıyla çok geniş kitlelerin önünde bile son derece etkili hale geldi. Hitler, şubat ayında Münih’te yaklaşık 6 bin kişilik bir kalabalığın önünde konuştu. Merkezi Münih’de olan partinin amacı Yahudi toplumunu ortadan kaldırmaktı. Bir süre sonra Hitler’in parti içindeki gücünün arttığını gören yöneticilerin onu diktatör tavırları yüzünden eleştirmeleri nedeniyle 11 temmuz 1921’de partiden istifa etti. Fakat Hitler’in yokluğunun partininsonu olduğunu farkeden yöneticiler onu yeniden çağırdılar v ebu kez başkan olarak geri dönen Hitler, gücünü ilk önce aralarında kurucu üye Anton Drexler’in de olduğu kızgın komite üyelerini bastırdı. Bunun üzerine komite geri çekildi ve Hitler’in istekleri parti içinde oya sunuldu ve Hitler 1’e karşı 543 oy aldı. 29 Temmuz 1921’de Partinin lideri (Führer) ilan edildi ve adını Nasyonel Sosyalist Alman İşçiler Partisi (National Socialist German Workers Party - NSDAP) olarak değiştirdi.
1924’de hükümeti devirmeye çalışan fakat bunda başarılı olamayan ve geri döndüğü sırada intiharı düşünen Hitler tutuklandı. Birahane Olayı adı verilen bu eylem sebebiyle yargılandı ve 1 Nisan 1924’de 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Kavgam adlı kitabı yazan Hitler, 20 aralık 1924’de halk için tehlike oluşturmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Serbest kalmasının ardından Almanya’daki politik ortam sakinleşmiş, ekonomi iyiye gitmeye başlamıştı. 1928’de 12 milletvekili ile parlamentoya giren Partisi, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin ardından 1930 seçimlerinde oyların %18’ini alarak 107 milletvekiliyle parlementoya girdi. 31 Temmuz 1932’deki genel seçimde oyların %37’sini alan Nazi Partisi ocak 1933’de Katolik Merkez Parti ile bir koalisyon hükümeti kurması amacıyla, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından başbakan olarak atandı. Katolik Merkez Parti ile anlaşma sağlanamayınca Hitler, Milliyetçi Parti’nin desteğiyle yeni bir genel seçime gitmek istedi.
Çeşitli endüstri ve finans kuruluşlarından büyük parasal destekler alarak ve devletin olanaklarını da kullanarak büyük bir seçim kampanyası yürütmesinin yanısıra, 27 Şubat 1933’de Reichstag’ta çıkan yangının ardından Cumhurbaşkanı Hinderburg’a anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalatan Hitler, kendi partisi ve Milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınlarını ve seçim çalışmalarını da durdurttu. 5 Mart 1933 günü yapılan seçimin sonunda oyların %44’ünü alan Nazi Partisi, hemen ertesi gün parlamentodan “Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrettiğini” söyleyen bir yetki kanunu çakarttı.
23 Mart 1933’de ise "Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun" (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adı altında bir yetki tasarısının kabul edilmesini sağlayarak yürütme ve yasama erklerini eline aldı. Diğer partileri yasaklayan Hitler, yaptığı propagandalarla ve ikna kabiliyetini sayesinde bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi ve kendisini, Almanyanın büyük lideri ilan etti. Alman ekonomisini kalkındıracağını sözünü savaş hazırlığı yaparak tutan Hitler, iş sahası oluşturdu ve büyük otobanlar inşa ettirdi.
Tüm halkı Alman ırkının üstün ırk olduğuna inandıran Hitler, ülkedeki Yahudileri ve diğer azınlıkları hedef olarak gösterdi. Bunun üzerine önce ülke genelinde daha sonra da 2. Dünya Savaşı süresince işgal edilen tüm topraklarda yaklaşık 5.5 milyon Yahudi ve yarım milyon çingene öldürüldü. Hitler, Alman ırkını iyileştirmek adı altında binlerce zihinsel engelli insanı da öldürttü.
Hitler tüm Almanca konuşan insanları bir çatı altında toplamak amacıyla önce Avusturya'yı, daha sonra Çekoslavakya ve Polonya'yı işgal etti. Bu işgallerin sonucu olarak Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Savaşın çok geniş bir cephede yapılıyor olmasının yanısıra; tarihçilere göre Almanya’nın, Napolyon'un yaptığı hatayı tekrarlayarak Rusya'ya kış mevsiminde savaş açması ve sonra A.B.D.'nin de savaşa dahil olması onlara yenilgiyi getirdi.
1944’ün sonunda Kızıl Ordu, son Alman güçlerini de Sovyetlerden temizledi ve Avrupa’nın merkezine ilerlemeye başladı. Batı güçleri de Almanya’ya hücum etmekteydi ve Almanya, savaşı askeri açıdan kaybetmiş durumdaydı. Fakat Hitler, düşman güçlerle hiçbir antlaşmaya yanaşmadı ve kalan Alman askeri gücü, savaşmaya devam etti ve aynı zamanda katliamı da sürdürdüler.
Nisan 1945’de teğmenleri, Sovyet güçlerinin Berlin’e yaklaştıklarını kendisine bildirmesine ve Bavyera’ya ya da Avusturya’ya uçmasını önermelerine rağmen, Berlin’de kaldı. Buarada SS lideri Heinrich Himmler, kendi başına Almanya’nın anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi ve Hermann Göring ise Bavyera’dan Hitler’e, o Berlin’de sıkışıp kaldığına göre bundan böyle kendisinin Almanya’nın liderliğini sürdürebileceğine dair bir telgraf yolladı. Hitler ise her ikisini de partiden attırdı ve onları vatan haini ilan etti.
30 Nisan 1945’de Sovyet güçleri iyice içerilere girip artık sokak sokak Hükümet Başkanlığı’na yaklaştığında, Hitler bulunduğu başmerkezde (Führerbunker) kendi kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti. Aynı zamanda bir miktar siyanür içtiği anlaşılıyordu. Hitler’in ve 1 gün önce evlendiği Eva Broun’un cesetleri yardımcıları tarafından bir bomba kraterine konularak benzinle yakıldı ve Hitler’in isteğiyle köpeği Blondi de zehirlenerek öldürüldü. Ardından da Führerbunker bahçesine gömüldüler.
Rus güçleri içeri girip cesetleri bulduğunda ise diş kayıtlarıyla yapılan otopside teşhis edilen Hitler’in ve Eva Braun’un cesetleri, bir çeşit türbe haline gelmelerini önlemek için bir süre dolaştırıldıktan sonra, gizli Sovyet departmanı SMERSH tarafından Magdebug’daki yeni başmerkezlerinde gömüldü. 1970’de tesisin Doğu Almanya’ya devri sırasında ise kalanlar mezardan çıkarılarak tamamen yakıldı ve külleri Elbe Nehri’ne döküldü.
Hitler’in ölümün ardından yıkıma devam etmeleri için emirler bırakmış ve vasiyetnamesinde diğer Nazi liderlerini görmezden gelerek Grand Admiral Karl Dönitz’i Almanya Başkanı, Goebbels’i de Başbakan olarak göstermişti. Buna rağmen Goebbels ve eşi Magda 1 Mayıs 1945’de intihar etti.
Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla ve 12 yıl süren Hitler iktidarının ardından Hitler, Nazi Partisi ve Nazizmin sonuçları tüm dünyada kötü kabul edildi.
Eva Green


05.Temmuz.1980

Paris, Fransa

Sinema Oyuncusu, Besteci










Eva Green
1980-...

Eva Green, 1980 doğumlu Fransız aktris ve besteci. Aynı zamanda müziklerini de bestelediği, Bertolucci filmi The Dreamers'la ilk kez sinema seyircisi karşısına çıkan Green, 21. Bond filmi Casino Royale’de Bond kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorEva Gaelle Green, 5 Temmuz 1980’de Fransız Marlene Jobert ve İsveç’li Walter Green’in ikiz kızlarından biri olarak Paris, Fransa’da dünyaya geldi. Fransa’da tanınmış bir aktris olan annesinin yanısıra (Jobert, 1963’den itibaren kırkdan fazla filmde rol almış ve bunların arasında ünlü yönetmen Jean Luc Godard’la da çalıştı.) dişçi olan babası da 1966’da ‘Au hasard Balthazar’ adlı filmde rol alarak oyunculuğu bir kez tatmıştı.
Paris’in 17. Bölgesi’nde büyüyen ve eğitiminin ilk yıllarında Paris Amerikan Okulu’na (American School of Paris) devam eden Eva, 3 yıl boyunca da Paris’te oyunculuk eğitimi aldı. Sonrasında Londra’daki Webber Douglas Dramatik Sanatlar Akademisi’nde (Webber Douglas Academy of Dramatic Art) 10 haftalık bir kursa katıldı. Küçükken egyptologist olmak isteyen Eva, tiyatroyu çok sevdi ve derslerdeki başarısına rağmen 16’sındayken okulu bıraktı.
2001 yılında ’Jalousie En Trois Fax’ adlı tiyatro oyununda canlandırdığı ‘Iris’ rolüyle profesyonel kariyerine başlamış oldu. Oyunculuğu övgüye değer bulundu ve bu ona Yeni Çıkış Yapan Kadın Oyuncu (Révélation Théâtrale Féminine) kategorisinde ‘Les Molières’ adaylığı getirdi. 2002 yılında da ikinci oyunu ‘Turcaret’ ‘de şuh bir kadını canlandırdı.
2003 yılı Eva Green için dönüm noktası oldu. ‘Michael Pitt’ ve ‘Louis Garrel’ ile birlikte başrollerini paylaştığı ‘Bernardo Bertolucci’ filmi ‘The Dreamers’ onun ilk sinema filmi oldu. Filmde ‘Isabelle’ rolünü canlandıran Eva, buna ek olarak filmin müziklerinden birkaçını besteledi. Ünlü yönetmen Bertolucci’nin hakkında ‘Öyle güzel ki bu yersiz’ (so beautiful, it’s indecent) şeklinde yorumladığı Eva, performansıyla eleştirmenlerden de büyük beğeni topladı ve filmdeki çırılçıplak sahneleriyle ilgili de şunları söyledi:
Gerçek hayatta oldukça utangaç biriyim, çok çekingen, ama bilirsiniz, bu Bertolucci. Last Tango’yu izlemiştim ve pornografik değildi, bayağı ve adi değildi, bu yüzden ona güvendim. O aşk ve erotizmin üstadı, ben de kendi bilincimi kaybettim. Sanki uyuşturucu almıştım ya da anestezi altında gibiydim çünkü öyle olmanız gerekiyordu. Kendinizi tamamen bırakmanız ve herşeyi unutmanız gerekiyodu, herşeyi ve ordaki sesçi çocuğu bile.
Green, ‘Jean-Paul Salome’ ’nin yönetmenliğini yaptığı, ‘Romain Duris’ ve ‘Kristin Scott Thomas’ ile birlikte başrollerini paylaştığı 2004 yapımı Fransız filmi Arsene Lupin’de Kontes ‘Clarisse de Dreux-Sobise’ rolünü canlandırdı. Film karışık eleştiriler aldı. 2005 yılında ise başrolünde Orlando Bloom’un ortaçağ Fransa’sında nalbant ‘Balian’ karakterini canlandırdığı ‘Ridley Scott’ filmi Kingdom of Heaven’da ‘Sibylla of Jerusalem’ rolündeydi.
Green, yeni 007 ‘Daniel Craig’ ile birlikte 21. James Bond filmi ‘Casino Royale’de Bond Kızı ‘Vesper Lynd’i canlandırdı. ‘The Daily Telegraph’ gazetesine verdiği röportajda ‘The Dreamers’tan sonra dikkatli olmalıydım ve aslında başlangıçta Bond Kızı rolü, aynı tür rollerle kendimi tekrarlıyacağım konusunda beni şüpheye düşürmüştü.’dedi. Kendisine verilen ilk deneme şansını geri çeviren Green, kendisine yollanan yeni senaryo ilgisini çekince rolü kabul etti. Bir İngiliz rolünü oynarken Fransız aksanının sorun çıkaracağı düşünüldü, fakat Green aksanı üzerinde özellikle çalıştı.
‘Claudine Auger’, ‘Corinne Clery’, ‘Carole Bouquet’ ve ‘Sophie Marceau’ ’dan sonra Bond Kızı rolünü oynayan beşinci Fransız aktris olan Green, bunun yanısıra 80’lerde doğan ilk Bond Kızı oldu. Casino Royale, 17 kasım 2006’da aynı anda tüm dünya sinemalarında gösterime girdi.
The Constant Gardener’ filminin yönetmeniyle ‘Tessa Quale’ rolü için buluşan fakat ‘Kingdom of Heaven’ filmi ile çakışması sebebiyle filmde yeralamayan Green, Brian DePalma’nın ‘The Black Dahlia’ filmi için de bir teklif alan ama yine Kingdom of Heaven filmi ile çakıştığı için bu filmde de oynayamayan Green, yaptığı açıklamada filmi reddetmesinin sebepleri arasında The Dreamers’tan sonra oynadığı seksi kadın (Femme Fatale) rolünü tekrarlamak istememesini de sebep olarak gösterdi.
Green 2007’de ‘Phillip Pullman’ın romanından sinemaya uyarlanan ve yönetmenliğini ‘Chris Weitz’ın yaptığı ‘His Dark Materials: Northern Lights’ adlı filmin kadrosuna seçildi. Filmde, Dakota Blue Richards’ın canlandırdığı ‘Lyra Belacqua’ karakterine, paralel gezegene olan yolculuğunda rehberlik eden, büyücü kraliçe ‘Serafina Pekkala’ rolünü canlandıracak olan Green, Nicole Kidman ve Adam Godley’in de yer aldığı bu projede, Bond filmindeki başrol arkadaşı ‘Daniel Craig’ ile de yeniden buluşuyor. Eva, oyunculuk ve ekranla ilgili şunları düşünüyor:
Sahne oyunculuğuna kıyasla kamera karşısında oyunculuk yapmak insanı onun oyuncağı haline getiriyor. Bu bendeki herşeyi dışa vurmanın yolu.Ekranda bağırmak, ağlamak ve gülmek neredeyse kara büyü gibi. Herşeyi yapabilirsiniz. Ben bir hayalperestim, bu yüzden de bu benim için iyi bir iş.
Sahne, kendimi tamamen ifade edebileceğim tek yer. Benim için oyunculuk terapi gibi. Oynarken damarlarımdaki kanı hissedebiliyorum. Çalışmıyorken bile, hep karakterleri canlandırarak kendi dünyam içinde yaşıyorum. Drama Okulundayken her zaman gerçekten kötü rolleri seçerdim, bu sizin günlük duygularınızla başedebilmenizi sağlayan iyi bir yol. Sahnedeyken her gece yeni birşey yaratıyorsunuz, artı izleyiciniz tam karşınızda.
Ben birçok şey olabilirim, oldukça çılgın ve genç ama gece klüplerine gidip çılgınlılar yapan biri değilim. Daha çok yatağa uzanıp klasik müzik dinleyerek rahatlamayı seviyorum.
Ben Cezayir, Türk, İsveç ve İspanyol kanına sahibim, bu yüzden de kendimi dünya vatandaşıymışım gibi hissediyorum. Hayatın ve sinemanın sınırları yoktur. Bir Hollywood yıldızı olmak istemiyorum. Tek isteğim işimi yapmak ve bundan zevk almak. Amacım gerçek kimliğimi bulmak ve kendime karşı her zaman dürüst kalabilmek.
Eva’nın, karakterlerinin tamamen zıt olduğunu düşündüğü ve sarışın olan Joy adında ayrı yumurta ikizi bir kız kardeşi var. İşletme üzerine eğitim alan Joy, şuanda bir İtalyan kontuyla evli.
Mayıs 2006’da Maxim Magazine’in ‘Hot 100 Listesi’nde 20. sırada olan ve Emporio Aramani’nin yeni kampanya yüzü olan 1.68 m. boyundaki Green, Fransızca ve İngilizce’yi akıcı bir şekilde konuşabiliyor ve zamanının yarısını Paris, diğer yarısını da Londra’daki evinde geçiriyor. Kingdom of Heaven filminin çekimlerinde tanıştığı rol arkadaşı Marton Csokas ile birlikteliği devam eden Eva, bundan önce de Fransız aktör Yann Claassen ile yaklaşık 4 yıl süren bir birliktelik yaşadı.
Nicole Scherzinger


29.Haziran.1978

Honolulu, Havai, A.B.D.

Dansçı, Pop Şarkıcısı










Nicole Scherzinger
1978-...

Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
Nicole Scherzinger


29.Haziran.1978

Honolulu, Havai, A.B.D.

Dansçı, Pop Şarkıcısı










Nicole Scherzinger
1978-...

Nicole Elikolani Prescovia Scherzinger, 1978 doğumlu Amerikalı şarkıcı, dansçı, söz yazarı ve aktris. The Pussycat Dolls adlı pop grubunun baş vokalisti.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorFilipinli baba ve Rus asıllı, [Hawaii doğumlu annenin iki çocuğundan biri olan Nicole Scherzinger Honolulu, 29 Haziran 1978'te Hawaii'de dünyaya geldi. Annesi Rosemary, profesyonel bir hula dansçısı (Hawaii kökenli bir dans) ve büyük annesi saygın bir Mariachi şarkıcısıydı.
Ailesi Nicole'un doğumundan kısa bir süre sonra ayrıldı. Nicole 6 yaşındayken, öz babası olarak gördüğünü söylediği ve soyadını aldığı, Alman asıllı Gary Scherzinger, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Louisville, Kentucky'ye yerleşti.
Louislille'de kariyerine genç yaşlarda başlayan Nicole Scherzinger, güzel sanatlar lisesindeki eğitiminin ardından Coca-Cola'nın düzenlediği yetenek yarışmasını (The Coca-Cola Classic Talent Contest) kazandı. Bu sayede The Actors Theatre of Louisville'deki birçok oyunda rol aldı. Her ne kadar eğitimine sahne sanatlarında devam etmek üzere Dayton, Ohio'daki Wright State University dans bölümüne girdiyse de 1999'da, Days of The New adlı rock grubunun vokalisti Travis Meeks'in ısrarı üzerine grupla birlikte birkaç demo kaydı yapmak için eğitimini bir süreliğine durdurdu.
2000 yılında Days of The New ile aradığını bulamayan Nicole, eve döndü ve kendi şarkıları üzerine çalışmaya başladı. 2001'de The WB'nin TV şovu Popstars'a katıldı ve tamamı kızlardan oluşan pop grubu Eden's Crush'da kendine bir yer edindi. Grubun 2001 yılında çıkardığı Get Over Yourself isimli single, listelerde ilk beşe yükselmiş olsa da plak şirketinin iflas etmesiyle, grup dağıldı.
Eden's Crush'ın dağılmasıyla kendi kariyerine odaklanan Nicole Scherzinger, şansını oyunculukta deneyerek, 2003 yılında Chasing Papi ve Love Don't Cost A Thing, ve 2004'de Be Cool adlı filmlerde ve My Wife and Kids ile Half & Half adlı TV şovlarında rol aldı.
Bir arkadaşının 2003'de The Pussycat Dolls adında bir grubun toplandığından bahsetmesiyle gruba sonradan katıldı. Gruba sonradan katılmasına rağmen neredeyse grubun Eylül 2005'de çıkardığı PCD albümündeki bütün vokalleri kendi başına yaptı. Nicole ve Pussycat Dolls, özellikle Don't Cha, Buttons, Beep, Stickwitu gibi singleları ile müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. "Don't Cha", Amerikan listelerinde uzun süre ilk sırada kalmayı başardı.
Ayrıca Nicole Scherzinger, Tokyo International Forum'da Japon süperstar Yoshiki'nin şarkısı I Will Be Your Love'ı ve Nicole Kea adıyla Adam Sandler]'ın başrollerinde oynadığı 50 First Dates (İlk Elli Öpücük) adlı filmin soundtrack albümünde Breakfast in Bed adlı şarkının cover versiyonunu seslendirdi.
Black Eyed Peas, Busta Rhymes and Timberland’le de çalışan Nicole Scherzinger, alternatif rock grubu 311'in vokalisti Nick Hexum ile nişanlandı fakat daha sonra çift bu nişanı bozdu. 311 grubunun 2002 yılındaki hit şarkıları Amber, onun için yazılmıştı ve Nicole, şarkının klibinde de yer aldı. Amerikalı şarkıcının Ke'ala adında bir de kız kardeşi var.
Amy Winehouse


14.Eylül.1983

Southgate, Londra

Besteci, Pop Şarkıcısı










Amy Winehouse
1983-...

Amy Jade Winehouse, İngiliz soul, caz ve R&B bestecisi ve şarkıcısı.
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor
14 Eylül 1983 yılında, kendisiyle aynı müzik sevgisini paylaşan eczacı bir annenin ve taksi şoförü bir babanın kızı olarak, Londra’nın kuzey bölgesindeki Southgate’te dünyaya geldi. Southgate’in varoşlarında büyüyen Winehouse, çoğu caz müzisyeni olan akrabalarının da etkisiyle müzikle ilgilenmeye başladı. Eğitimine Southgate School’da başlayan Winehouse, daha sonra Ashmole School’a gitmek için okulundan ayrıldı.
13 yaşına geldiğinde ilk kez kendi gitarına sahip oldu ve bir sene içinde kendi bestelerini yapmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Winehouse’un uyuşturucuyla tanışmaya başladığı yıllar oldu.
20 Ekim 2003 yılında, yapımcılığını Salaami Remi’nin üstlendiği albümü “Frank” albümü yayınlandı. Genel olarak caz etkileşimlerinin yer aldığı bu albümdeki bestelerin tamamının yapımında Winehouse’da etkin rol üstlendi. Winehouse, iyi eleştiriler alan bu albümle adından söz ettirmeye başlamış oldu. “Frank” albümü ile 2004 yılında, İngiletere’nin en iyi kadın solisti ödülüne aday oldu. Aynı yıl Ivor Novello beste yarışmasında, en iyi modern beste ödülünü kazandı.
İlk albümün yayınlanmasının ardından yaklaşık 18 ay boyunca beste yapmayan Winehouse, tekrar çalışmaya başlayarak 30 Ekim 2006 tarihinde “Black to Black” albümünü, yine Salam Remi’nin prodüktörlüğünde yayınladı. Bu albüm İngiltere listelerinde farklı zamanlarda bir numaraya çıkarak büyük bir başarı yakaladı. Black to Black albümünün ardından gelen single çalışmalarından “Rehab”, ulusal listelerde 7 numaraya kadar yükseldi. Aynı yıl MTV Müzik Ödülleri’nde gerçekleştirdiği performans sonrası bu şarkı, Time dergisi tarafından 2007 yılında, yılın en iyi on şarkısından biri olarak gösterildi.
8 Ocak 2007 tarihinde, aynı albümün ikinci single çalışması olan “You Know I’m No Good”u yayınlayan Winehouse’a şarkının rap vokallerinde Ghostface Killah eşlik etti.
Albümlerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmasının ardından, uluslararası ünü daha da artan Winehouse, bu ülkede yakaladığı başarı ile bir ilke imza atarak, gelmiş geçmiş en iyi çıkış yapan yabancı kadın vokal olarak nitelendirildi.
Spekülatif hareketleri ve açıklamalarıyla magazin basınının peşini bırakmadığı Winehouse, bugünlerde yeniden uyuşturucu kullandığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya.
Albümleri :
2006 Black to Black 2003 Frank
Ödülleri :
2008 – Grammy Ödülleri; En İyi Pop Vokal Albümü adaylığı, En İyi Kadın Pop Vokal Performansı adaylığı, En İyi Yeni Şarkıcı adaylığı, En İyi Şarkı (Rehab) adaylığı, Yılın Albümü adaylığı. 2008 – Brit Awards; En İyi İngiliz Şarkıcı Ödülü adaylığı. 2007 – Vibe Awards; Yılın Sanatçısı Ödülü adaylığı. 2007 – MTV Avrupa Müzik Ödülleri; Yılın Albümü adaylığı, En İyi Yeni Sanatçı Ödülü adaylığı. 2007 – MOBO Awards; En İyi İngiliz Kadın Sanatçı Ödülü 2007 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Rehab) 2004 – Brit Awards – En İyi Kadın Sanatçı Ödülü adaylığı 2004 – Ivor Novello En İyi Modern Şarkı Ödülü (Stronger Than Me)
Mimar Sinan


15.Nisan.1489
17.Temmuz.1588

Kayseri
İstanbul

Mimar










Mimar Sinan
1489-1588

Mimar Sinan, Koca Sinan diye de anılan, Kanuni Sultan Süleyman dahil üç büyük Osmanlı padişahı döneminde yaşamış, dünyanın en büyük mimar ve yapı sanatçılarından.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorMimar Sinan, 1490’da, Kayseri'nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi.
22 yaşında, Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığı sırasında başlatılan ve Rumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama nedeniyle İstanbul'a gelişinin ardından, orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na giren ve dülgerliği öğrenen Sinan, burada, yapı işlerinde de görev alırken, çağın önde gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını da elde etti.
1514'te Çaldıran Savaşı ve 1516 – 1520 arasında yapılan Mısır seferlerinden sonra, İstanbul'a dönüşünün ardından Yeniçeri Ocağı'na alınan Sinan, Kanuni döneminde, 1521'de katıldığı Belgrad, 1522'deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi.
1526 yılında, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529'da Viyana, 1529 - 1532 arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı.
Son Bağdat seferinde, Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını getirdi.
1536'da Pulya seferlerinin ardından çıkılan, 1538 yılındaki Moldova seferinde, Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekerek, Yüksek Dergah Mimarları Başkanı olan ve 1539’da, Mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine Saray Başmimarı olan Sinan, ölümüne kadar, güncel devlet sisteminde bayındırlık bakanlığı adını almış bu görevi sürdürdü.
Daha sonra ordunun yapı ihtiyacını karşılamaya yönelik kollarda çeşitli görevler üstlenen ve bu çalışmalarıyla öne çıkan Sinan, katıldığı yapım ve onarım çalışmalarıyla ve orduyla birlikte sefere gittiği yerlerde gözlemlediği farklı mimari yapılarla kendini eğitti.
Osmanlı'nın en güçlü çağında yaşayan ve Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat olmak üzere, üç padişah döneminde mimarbaşılık eden Mimar Sinan, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında en büyük rolün sahibiydi.
Elli yıla yakın süreyi kapsayan, Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle, zirveye taşıdığı Osmanlı - Türk mimarlığının bireşim sürecini tamamlayarak, arayış aşamasından, klasik döneme geçiren ve hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde oldu. Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı - Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar Sinan, birçoğu İstanbul’da olan, 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret ve 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam ve kaydı olmayanlarla beraber, üç yüz elliyi aşkın yapının baş mimarlığını üstlendi.
Yeniçeri ordusunda bir asker olarak değil, istihkâm işlerinin idare ve tasarımından sorumlu olarak görev yapan Mimar Sinan’ın ilk yapıtı, 1536 – 1537 arasında yaptığı, Halep’teki Hüsreviye Camisi’dir. İstanbul’daki ilk yapıtı 1539’da inşa edilen Haseki Külliyesi olan Sinan’ın, mimarbaşı olduktan sonraki ilk büyük ve önemli yapıtı ise, 1543 – 1548 seneleri arasında yapılan, kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak tanımladığı dönemde yaptığı, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülü olan, içerde daha aydınlık bir mekan yaratmanın amaçlandığı ve dış görünümün kitlesel etkisi azaltılan, İstanbul’daki Şehzade Mehmed Camisi’dir.
Daha Sonra yaptığı, Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'nde, yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekan elde etmeyi deneyen Sinan’ın, kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı, Osmanlı - Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri olan Süleymaniye Camisi ve Külliyesi'nin yapımında, İstanbul'daki Bayezid Camisi'nde kullanılan taşıyıcı sistem tekrarlanarak, dört ayak üstüne oturan kubbe, mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir.
Süleymaniye, Ayasofya ile ortaya çıkan strüktür sorununun, Sinan tarafından ikinci kez ele alınışıdır. Darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan'ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenleme ve Türkler'in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en önemli örneği kabul edilen Süleymaniye’de, kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu ve İstanbul'un Haliç'e bakan tepelerinden birinde yer alan bu yapı, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alındı ve yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek, Sinan'ın mimarlığının yanı sıra, organizasyon ve örgütlemedeki becerisini de açığa çıkardı.
Sinan, ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği, Klasik dönem Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kurallarını belirleyen çok önemli bir başyapıt olan Selimiye Camisi’nde, İstanbul'daki Rüstem Paşa Camisi'nde çözmeye kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma sorunu tekrar ele alarak uyguladı. 31 metreyi geçen çapıyla, en büyük kubbesini inşa eden Sinan’ın, külliye'nin öteki yapılarını camiye göre arka planda tuttuğu Selimiye, strüktür mekân oluşumu, oranları ve süslemeleriyle Osmanlı’nın en önemli mimari yapılarının başında gelir.
1557’de tamamladığı ve kendisine “Koca” ünvanını getiren, Süleymaniye Camisi, Mimar Sinan’ın başyapıtıdır.
Sultan III. Murad döneminde Mekke’nin onarımı için Hicaz’a gönderilen Sinan, 1573’te tamamladığı, Kasımpaşa’daki Kaptanıderya Piyale Paşa Camisi’nde eski ulucamilerin planına dönüş yaparak, kuruluş döneminin özellikleriyle, uzun mimarlık hayatı süresince edindiği deneyimlerin sentezini uyguladı.
Birçok eski yapının onarımı ve restorasyonunda da görev alan Mimar Sinan, bütün yaşamı boyunca, İstanbul, Edirne, Ankara, Kayseri, Erzurum, Manisa, Bolu, Çorum, Lüleburgaz, Kütahya, Gebze, Babaeski, Çorlu, Bolvadin, vb. Anadolu kentleriyle, Halep, Şam, Sofya, Hersek, Budin, Rusçuk gibi, imparatorluğun her yanına dağılmış topraklarda suyolları, çeşmeler, camiler, külliyeler, medreseler yaptı. Bu yapıların bazılarının inşasında bizzat kendisi bulunmasa da, öğrencilerini ya da kendine bağlı mimarlar grubunu görevlendirirdi.
Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi araştıran Sinan’ın türbeleri, bu denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü düşünce tarzını yansıtır. Sinan'ın yapılarının, yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmayan, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelen ve böylece eski ile yeni arasında bir bağ oluşturabilen Sinan’ın yapıları, mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da öneme sahiptir.
Bu tarzıyla, "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran, dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" şeklinde anılan Sinan’ın yapılarının çoğunun, 400 sene sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır.
Mimar Sinan’ın klasik dönem olarak adlandırılan mimarlık anlayışı Ayas, Şecca, Acem Ali, Küçük Sinan, Davut Ağa, Ahmet Ağa, Kemalettin, Yusuf Mehmet Ağa, Süleyman Ağa, Muslihittin, Hüseyin Çavuş, Hacı Hasan, İbrahim gibi mimarlar tarafından sürdürülmüştür.
İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilen Sinan’ın mühendis yanı su yolları ve köprüleri yaparken ortaya çıktı. Bentleri, tünelleri, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreyi aşan ve Kırkçeşme adıyla anılan su yapılar inşa eden Sinan, bu yapıların bazılarında zamanın mühendislik bilgilerini de aşan çeşitli tasarımlara imza attı.
Yapım yöntemlerinin, yapı malzemeleri ve yerel - iklimsel koşullarla uyum içinde olduğu Mimar Sinan döneminde, ortaya çıkan biçimler, toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüştü ve mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir birleşime götürme yolundaki çalışmaları, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkileyerek, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici oldu.
Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerine kıyasla daha rasyonel ve ölçülü olan, gerçekçiliğe, sade ve net anlatıma dayanan Osmanlı klâsik mimarisi, kendine güvenen, yetenekli ve deneyimli bir mimar olan Sinan'la zirveye çıktı ve 50 yılda oluşan bu tarz, Osmanlı’nın siyasal ve ekonomik gücünün dorukta olduğu dönemi ile aynı zaman diliminde, Mimar Sinan’ın dehasıyla özgün ve üniversal bir ifadeye kavuşarak, hayat buldu.
Hünkâr, paşalar ve özellikle saraya damat olan zengin vezirler tarafından, siyasal gücün aracı olarak kullanılan anıtsal mimari deşteklenmesiyle, Mimar Sinan’a bağlı olan Hassa Mimarları Ocağı, devletten her türlü yardımı görerek, rahat bir ortamda çalışma olanağı buldu ve anıtsal yapılar çok kısa süreler içinde inşa edilebildi.
O dönemin Avrupası’nda, Roma’da inşası 160 yıl süren San Pietro Katedrali ve Londra’da, Sir Christopher Wren tarafından, 40 yılda tamamlanabilen St. Pauls Katedrali göz önünde bulundurulduğunda, Sinan’ın, İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’ni 7, Edirne’deki Selimiye Camisi’ni de 6 yılda tamamlamış olması, 16. Yüzyıl Osmanlı mimarlık ve yapı kurumlarının hızlı ve verimini kanıtlar.
17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldüğünde ardından yüzlerce mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.
Mustafa Kemal Atatürk, yapılarının etkisi ölümünden sonra da süren ve her dönemde saygınlığını koruyan Mimar Sinan’ın, bilimsel olarak araştırılmasını ve bir heykelinin yapılmasını istedi.
1982'de, daha sonradan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olmak üzere oluşturulan üniversiteye onun adı verildi.
Joseph John Thomson


18.Aralık.1856
30.Ağustos.1940

Manchester, İngiltere
Cambridge, İngiltere

Fizikçi










Joseph John Thomson
1856-1940

Joseph John Thomson, 18 Aralık 1856'da Manchester şehrinin varoş semptlerinden olan Cheetham Hill'de doğdu.
1870'de lisans eğitimi için burs kazanarak girdiği Owens College'ın ardından 1876'da Trinity College'a, daha sonra da Cambridge'e yine burslu olarak girdi.
1880'de Trinity College da hayatının sonuna kadar görevine devam edeceği akademi üyeliğine seçildi. Daha sonraları Lord Rayleigh'ın yerine Cambridge'e deneysel fizik profesörü oldu.
1884 - 1918 yılları arasında Cambridge ve Royal Institution'ın onursal profesörlüğüyle onurlandırıldı.
1884'de ilk inceleme konusu olan Treatise on the Motion of Vortex adlı yapıtında da bahsettiği "Atomun Yapısı" ile Adams Ödülünü kazandı.
1886 ve 1892 yıllarında ünlü "Application of Dynamics to Physics and Chemistry" ve "Notes on Recent Researches in Electricity and Magnetism" adlı yapıtları yayımlandı. Bu son çalışması James Clerk Maxwell'in ünlü Treatise'ından sonra Maxwell'in üçüncü cildi olarak anıldı.
Thomson, Profesör J. H. Poynting'le dört ciltlik Properties of Matter adlı ders kitabında işbirliği yaptı. 1885 yılında Elements of the Mathematical Theory of Electricity and Magnetism'i yayımladı.
1896 yılında Princeton Universitesi'nde son çalışmalarını özetleyen dört konferans verdi. Bu konferanslar daha sonra Discharge of Electricity through Gases (1897) ismiyle yayımlandı.
Amerika'dan dönüşünde hayatının en görkemli çalışmasını gerçekleştirdi. Bu çalışma 30 şubat 1897'de Royal Institution'daki konferansında açıklayacağı, elektronun keşfiyle sonuçlanan Cathode Işıması idi.
1903'de yayımlanan Conduction of Electricity through Gases adlı kitabı, Rayleigh tarafından Thomson'un Cavendish Laboratuvarı'ndaki çalışmalarının bir gözden geçirmesi olarak nitelendirildi. Bu yayımın daha sonraki basımını kardeşiyle birlikte iki cilt olarak 1928 ve 1933 yıllarında yayımladı.
Thomson, 1904 yılında Yale Universitesi'nde elektrik üzerine konferans vermek için geri döndü ve altı konferans verdi. Bu konferanslar atomun yapısı üzerine bazı önerilerde bulunuyordu. Thomson, faklı atom ve molekülleri ayrıştırmak için bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem daha sonra Aston, Dempster ve diğerleri tarafından birçok izotop'un bulunmasına yol açtı. 1906'da Nobel Ödülüne layık görüldü.
Yukarıda bahsedilenler dışında, "The Structure of Light" (1907), "The Corpuscular Theory of Matter" (1907), "Rays of Positive Electricity" (1913), "The Electron in Chemistry" (1923), "Recollections and Reflections" (1936), adlı kitaplarını yayımladı.
1884 yılında Royal Society üyeliğine seçildi. 1916 - 1920 yılları arasında başkanlığını yaptı. 1894 - 1902 yıllarında Royal ve Hughes Madalyalarını, 1914 yılında Copley Madalyasını aldı. 1902'de Hodgkins Madalyası (Smithsonian Institute, Washington), 1923'de Franklin Madalyası ve Scott Madalyası (Philadelphia), 1927'de Mascart Madalyası (Paris), 1931'de Dalton Madalyası (Manchester),ve 1938'de Faraday Madalyası'nı (Institute of Civil Engineers) aldı.
British Association'nın 1909'da başkanlığını yaptı. Ve Oxford, Dublin, London, Victoria, Columbia, Cambridge, Durham, Birmingham, Göttingen, Leeds, Oslo, Sorbonne, Edinburgh, Reading, Princeton, Glasgow, Johns Hopkins, Aberdeen, Athens, Cracow ve Philadelphia Universite'lerinden doktora diploması aldı.
Ronaldo


22.Eylül.1976

Brezilya

Futbolcu










Ronaldo
1976-...

Ronaldo Luís Nazário de Lima Brezilya'nın dünyaca ünlü forvetlerindendir. Faal futbol yaşantısını İspanya'nın Real Madrid kulübünde sürdürmektedir. Avrupa'nın üst düzey takımlarında oynamıştır. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda gol kralı olma başarısını göstermiştir.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorRonaldo Luis Nazario de Lima, 22 Eylül 1976'da Rio de Janeiro'da dünyaya geldi. Aktif futbol yaşantısına İtalya'nın Milan Kulübü'nde başladı ve Avrupa'nın üst düzey takımlarından yer aldı. Zinedine Zidane ile FIFA Yılın Dünya Oyuncusu ödülünü 7 kazanan futbol tarihindeki 2 oyuncudan biridir.
Dünya Kupaları tarihinde gelmiş geçmiş en çok gol atan futbolcu ünvanına sahip olan Ronaldo, 3 yıla yakın bir süreç sakat kalmış ve bu dönemde aldığı kilolara nedeniyle sık sık eleştirilmişti.
1996 Atlanta Olimpiyatları'nda gümüş madalya kazanan futbolcu, aynı zamanda UEFA tarafından 1998 yılında En Değerli Oyuncu ünvanını da almıştır. Ronaldo şu an AC Milan'da 9 numaralı forma ile yer almaktadır. Aynı zamanda 1994 yılından beri Brezilya miili takımında oynamakta olan Ronaldo'nun 97 maçta toplam 62 golü kaydedilmiştir.
Ronaldinho


21.Mart.1980

Porto Alegre, Brezilya

Futbolcu










Ronaldinho
1980-...

Gerçek adı Ronaldo de Assis Moreira olan, Ronaldinho Gaúcho olarak bilinen Brezilyalı futbolcu, 21 Mart 1980'de Brezilya'nın Porto Alegre şehrinde dünyaya geldi.
Doğumu, ülkesinin büyük bir kesiminin sıkıntıda olduğu dönemde gerçekleşmişti. Ailesinin geçimini, abisi Assis, futbol'dan elde ettiği gelirle karşılıyordu. 80 li yıllarda, gerek maddi, gerek duygusal açıdan Futbol, Brezilyalı her çocuk için eşi benzeri bulunmaz bir çıkış yoluydu. Ronaldinho için de hedef belliydi. İlk idolü ve hocası abisi Assis oldu.
Adını ilk olarak Mısır'da yapılan 17 Yaşaltı Dünya Kupası'nda gol kralı olarak duyuran Ronaldinho, ilk profesyonel anlaşmasını 1998 yılında Gremio Kulübüyle yaptı. Adının, ünlü futbolcu Ronaldo ile karıştırılmaması için o'na Portegizcede "Küçük Ronaldo" anlamına gelen Ronaldinho denmeye başlanmıştı.
2001 yılına kadar Gremio kulübünde forma giyen Ronaldinho, Paris-Saint Germain'e 5 yıllık imza attığında, iki takım arasında bonservis bedeli konusunda anlaşmazlık çıkıyordu. Bu anlaşmazlığın hukuki alana taşınmasıyla, Ronaldinho, 6 ay futboldan uzak kalacaktı.
4,5 milyon dolarlık bonservis bedelinin ödenmesiyle tekrar futbola döndü. PSG'deki ilk yılı pekde parlak geçmiyordu. Özellikle Ronaldinho'nun Paris gecelerine düşkünlüğü yüzünden teknik direktörü ile yıldızı barışmamamıştı.
Ronaldinho'nun, Fransız takımında 2. senesindeki başarısı göz kamaştırıyor, kendisi de daha büyük bir takıma gitmek istediğini her fırsatta dile getiriyordu. Ancak sözleşmesi nedeniyle PSG'den ayrılamıyordu. 2003 yılında kulübü Avrupa Kupaları'na katılma hakkı kazanamayınca Ronaldinho'yu satış listesine koymak zorunda kaldı.
Aday kulüplerin başında David Beckam'ı Real Madrid'e kaptıran Manchester United vardı. Ronaldinho'nun Manchester'ın teklifini kabul etmek üzereyken FC Barcelona, son anda, 19 Temmuz 2003'te, 27 Milyon Euro bonservis bedeliyle transferi gerçekleştirdi.
FC Barcelona'daki ilk maçına 27 Temmuz 2003 tarihinde çıktı. Her zaman çok istediğini dile getirdiği İspanya Lig Şampiyonluğuna ise 2004 - 2005 sezonunda ulaştı.
Başarıları
Kulüpler 2004-2005 İspanya Lig Şampiyonluğu Milli Takım 2002 Dünya Kupası Şampiyonluğu 1999 Amerika Kupası Şampiyonluğu 1997 17 yaş-altı Dünya Şampiyonluğu Bireysel 2004 FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu Ödülü 1997 17 yaş-altı Dünya Şampiyonası Gol Krallığı
AC_FL_RunContent( 'codebase','http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=5,0,0,0','width','96','height','121','src','/v4-images/uper','wmode','transparent','quality','high','pluginspage','http://www.macromedia.com/shockwave/download/index.cgi?P1_Prod_Version=ShockwaveFlash','movie','/v4-images/uper','menu','false' ); //end AC code








Tom Hanks


09.Temmuz.1956

California, Amerika

Sinema Oyuncusu, Tiyatro Oyuncusu










Tom Hanks
1956-...

Thomas Jeffrey Hanks, 1956 doğumlu Amerikalı oyuncu ve yapımcı. Hanks, dramalardaki başarısını kanıtlamadan önce birçok komedi ve aile filmlerinde rol almış ve iki Oskar’ı bulunan bir aktör. Aynı zamanda tüm zamanların en çok kazananan oyuncularından biri.
'); aLE(id,rc);
//-->
GittigidiyorTom Hanks, 9 Temmuz 1956’da California, Amerika’da doğdu. Babası Amos Mefford Hanks’in (1924 – 1991) soyu İngiltere’ye uzanıyordu ve annesi Janet Marilyn Frager bir hastane yöneticisiydi. Hanks henüz 5 yaşındayken annesi ve babası boşandı. Hanks’in 3 kardeşi vardı; Sandra, Jim ve Lawrence. Anneleri ve babaları ikinci evliliklerini gerçekleştirince, Sandra, Larry ve Tom babalarıyla, Jim ise anneleriyle yaşamaya başladı. Üvey annelerinin ise önceki evliliğinden 5 çocuğu vardı, böylece çok kalabalık bir aile olmuşlardı. Üvey anneleri ve babaları 2 yıl sonra boşandı.
Hanks okulda aşırı utanaç ve sessiz bir çocuktu. Popüler değildi ancak sorumluluk sahibiydi ve iyi bir öğrenciydi. 1965’te Hanks’in babası, Frances Wong’la üçüncü evliliğini gerçekleştirdi. Wong’un önceki evliliğinden 3 çocuğu vardı, bu yüzden Hanks, lise yılları boyunca üvey kardeşleriyle birlikte yaşadı. Skyline Lisesi’nde okuduğu sırada okul tiyatrosunda rol almaya başladı.
Hanks, Chabot College adlı üniversitede tiyatro eğitimi almaya başladı ancak 2 yıl sonunda Sacramento State Üniversitesi’ne transfer oldu. Zamanının çoğunu tek başına tiyatroya giderek, Bertolt Brecht, Tennessee Williams ve Henrik Ibsen oyunları izleyerek geçiriyordu.
Tiyatro öğrenimi gördüğü yıllarda, Cleveland’da, bir tiyatro festivalinin yöneticisiyle tanıştı. Yöneticinin teklifi üzerine Hanks, festivalde stayerlik yapmaya başladı. Böylece tam 3 yıl boyunca set dizaynından sahne yönetmenliğine kadar herşeyi öğrendi. Bu sırada Shakespeare’in Two Gentlemen of Verona oyununda sergilediği performansla Cleveland Eleştirmenler Ödülü’nü aldı.
Hanks Cleveland’dan New York’a taşındı. Riverside Shakespeare adlı tiyatro şirketinin bir üyesi oldu. Sırasıyla düşük bütçeli yapım He Knows You're Alone’da ve Mazes and Monsters adlı televizyon filminde rol aldı. 1979 yılında, ABC kanalının seçmelerine katıldı ve kanalda yayınlanacak olan komedi dizisi "Bosom Buddies"de bir rol aldı. Bu dizi sayesinde, yönetmen Ron Howard Hanks’le iletişime geçerek ona bir teklif sundu. Howard, Splash adlı film üzerinde çalışıyordu. Önceleri bir yan rol için düşünülmüştü ancak sonunda Hanks’e başrol teklif edildi ve film gişede büyük başarı elde etti.
Hanks’i Hollywood camiasına "gerçek bir yetenek" olarak tanıtan film, 1988 yapımı "Big" oldu. Ancak ardından gelen "Turner and Hooch" (1989), başarısız oldu. Oyuncunun bundan sonraki film seçimleri de onu başarıya götürmedi. Kariyeri açısından kötü geçen birkaç yılın ardından, 1993 yılı Hanks’i parlatacak olan yıl oldu. Önce "Sleepless in Seattle" ardından da "Philadelphia" filmleriyle övgü topladı. Filmlerin başarısının tamamen Hanks’in başarısından kaynaklandığı söylendi. Oyuncu 1994 yılında Philadelphia’daki oyunculuğuyla en iyi erkek oyuncu Oskar’ını aldı.
1994 yılı yazında, hit film "Forrest Gump" geldi. Hanks’in oyunculuğu artık tartışmasız bir yükselişteydi ve onu dünya çapında üne kavuşturmuştu. Bu filmdeki rolüyle de 1995 yılında en iyi erkek oyuncu Oskar’ını aldı. Böylece, Oskar Ödülü tarihinde arka arkaya iki kez Oskar kazanan ikinci oyuncu olma ünvanını kazandı.
Forrest Gump’ın ardından "Apollo 13" ve "That Thing You Do" adlı filmlerde rol alan Hanks, 1996’da HBO kanalı için çekilecek bir belgesel-dizi "From the Earth to the Moon" için yapımcılığa soyundu. Televizyon projeleri arasında en pahalısı olma özelliğini taşıyan bu yapımın ardından Steven Spielberg’ün yönetmenliğindeki "Er Ryan’ı Kurtarmak" adlı filmde rol aldı. Gelmiş geçmiş en iyi savaş filmleriden biri kabul edilen bu yapım, Spielberg’e ikinci en iyi yönetmen Oskar’ını, Hanks’e ise en iyi erkek oyuncu Oskar adaylığını getirdi.
Başarılı kariyerine 1999’da "Yeşil Yol" ile devam eden oyuncu, bu güne kadar birçok ünlü yönetmenle işbirliği içinde onlarca başarılı yapıma imza attı. Bunlardan bazıları oyuncuya Altın Küre kazandıran "Cast Away" (2000), "Terminal" (2004) ve "Da Vinci Şifresi" (2006) idi. "Cast Away"deki rolüyle en iyi erkek oyuncu daliında Oskar adayı oldu.
Hanks, 1978 – 1987 yılları arasında Samantha Lewes ile evliydi. Çiftin iki çocuğu oldu. Bunlardan bir tanesi ise oyuncu Colin Hanks. 1988’de ise halen birlikte olduğu eşi, oyuncu Rita Wilson ile evlenen Hanks’in bu evliliğinden de iki çocuğu bulunuyor.
Hanks, Amerikan Film Enstitüsü tarafından verilen "Ömür Boyu Başarı Ödülü"ne sahip olan en genç oyuncu olma ünvanını taşıyor. Cleveland Indians beyzbol takımının ve Aston Villa’nın taraftarı. NASA’nın uzay çalışmalarıyla yakından ilgileniyor, hatta Ulusal Uzay Topluluğu’nun bir üyesi. Kız kardeşi Sandra Hanks Benoiton bir yazar, diğer kardeşlerinden Lawrence Hanks ünlü bir böcekbilimci ve Jim Hanks ise bir aktör ve film yapımcısı. 1.78 metre boyunda. En sevdiği şarkıcılar / gruplar ise Elvis Presley, Patrick Rondat ve Alabama Thunderpussy. Şarkıcı Bruce Springsteen’le gençliğinden beri yakın arkadaş. En sevdiği film 1968 tarihli "2001: A Space Odyssey". Aktörün 2007 ve 2008’de Amerika’da vizyona girecek olan filmleri ise şöyle: "The Great Buck Howard", "Charlie Wilson’s War", "A Cold Case", "Melekler ve Şeytanlar", "Boone’s Lick" ve "The Risk Pool".
Sıkı bir çalışmanın yerini hiç bir şey alamaz. Deha yüzde bir ilham ve yüzde doksan dokuz terdir.
Albert Camus
Biyografiler » Brad Pitt

AC_FL_RunContent( 'codebase','http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=5,0,0,0','width','96','height','121','src','/v4-images/uper','wmode','transparent','quality','high','pluginspage','http://www.macromedia.com/shockwave/download/index.cgi?P1_Prod_Version=ShockwaveFlash','movie','/v4-images/uper','menu','false' ); //end AC code








Brad Pitt


18.Aralık.1963

Oklahama, Amerika

Sinema Oyuncusu, Prodüktör










Brad Pitt
1963-...









İngiliz asıllı Amerikalı aktör, prodüktör. Hollywood’un en başarılı aktörlerinden biri olmasının yanı sıra, People dergisine ve birçok kaynağa göre yaşayan en seksi erkektir. Filmografisinde yer alan filmlerden bazıları Se7en, Fight Club, Meet Joe Black, Twelve Monkeys, Legends of the Fall, Snatch, Thelma & Louise, A River Runs Through It ve Babel’dir. Başarıları, aşkları ve filmleriyle milyonları peşinden sürükleyen bir 21. yüzyıl ikonu haline gelmiştir. Farklı türlerdeki rollerin hakkından büyük başarıyla gelen aktör, Angelina Jolie ile birlikte kimsesiz ve hasta çocuklara yardım için projeler geliştirmektedir. Çiftin danışmanı Trevor Neilson konuyla ilgili olarak Hello dergisine şu açıklamayı yapmıştır: “Bu yardım aktivitelerinin ve taraflı duruşlarının ruhunda yatan şey adalet duygusu ve savunmasız bu insanlara yardım edebilme arzusu. Tüm dünya etrafındaki bu adaletsizliğin üzerine ışık tutmaya çalışarak, dikkati bu yöne çekmek istiyorlar.”
'); aLE(id,rc);
//-->
Gittigidiyor18 Aralık 1963’te İngiliz kökenli üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olarak Oklahoma’da dünyaya geldi. Gerçek adı William Bradley Pitt’ti. Doğumundan hemen sonra Pitt ailesi Springfield’e taşındı. Çocukluğu erkek kardeşi Doug Pitt ve kız kardeşi Julie Neal Pitt’le birlikte Springfield ‘de geçen Brad, Kickapoo Lisesi’nde okumaya başladı. Sporla ve okulun öğrenci işleriyle yakından ilgileniyordu. Okul yıllarında arkadaşları ona Pittler lakabını takmışlardı. 1982 yılında yapılan bir organizasyonda en iyi giyinen erkek seçildi. Müzikle de yakından ilgilenen Pitt, Q Magazine dergisiyle yaptığı bir röportajda aldığı ilk albümün Elton John'un “Captain Fantastic” albümü olduğunu belirtecekti.
Gazetecilik öğrenimi almak üzere Columbia’daki Missouri Üniversitesi’ne kaydoldu. Öğrencilik yıllarında erkek kolejlerindeki öğrencilerin sosyal aktiviteler için bir araya geldiği The Sigma Chi birliğine üyeydi. 1986 yılında mezun olması için yalnızca iki kredisi kalmışken şansını Hollywood’da denemek için okuldan ayrıldı. Missouri Üniversitesi’nde reklâmcılık eğitimi veren ve Brad Pitt’in de eski hocalarından biri olan bir profesöre göre, Pitt, adı The Men of Mizzou olan bağımsız bir takvim projesi için çalışıyordu. The Men of Mizzou, projenin sanat yönetmenliğini yapan ve tüm ilgisini bu çalışmaya yönelten Pitt’in okuldan mezun olmasını engellemişti.
Kariyer seçimi etrafındakiler için sürpriz oldu. Çünkü okuldayken birkaç showda sahne almasına rağmen, bu işi profesyonel olarak ve tutkuyla yapmak istediğini kimse bilmiyordu. Sonunda, film yıldızı olmayı kafasına koyan genç Pitt, cebinde sadece 325 dolarla California’nın yolunu tuttu.
Hollywood’a gittikten sonra Pitt’e altı yıl süreyle Roy London oyuncu koçluğu yaptı. Head Of The Class isimli sitcomda aldığı ufak rolle ilk ekran tecrübesini yaşayan Pitt, o dönem kısa süreliğine showun yıldızı Robin Givens’la birlikte oldu. Pitt ayrıca Growing Pains isimli dizinin iki bölümünde de konuk oyuncu olarak rol aldı.
Uzun süre soap opera Another World’de Chris rolüyle izleyicinin karşısına çıktıktan sonra Our House isimli dizide sesini duyurdu. Dizinin diğer bölümünde oynaması için teklif aldıktan hemen sonra kendini birden bire Shalane McCall'in erkek arkadaşı Charles’ı canlandırdığı, Amerika’nın en popüler dizilerinden biri olan Dallas’ta buldu. O dönemde ayrıca prime time kuşağında yayınlanan Thirtysomething, 21 Jump Street ve Freddy's Nightmares gibi dizilerde de oynuyordu.
1987 yılında Andrew McCarthy, Robert Downey Jr.ve James Spader gibi ünlü oyuncularla birlikte Less Than Zero ve hemen ardından Charlie Sheen’le No Man's Land filmlerinde oynadıktan sonra, 1989’da, ilk ciddi beyaz perde deneyimi olan Cutting Glass filminde Dwight Ingalls rolünde izleyiciyle buluştu. Pitt, aynı yıl yine film yıldızı olan Jill Schoelen ile birlikteydi.
Pitt’in beyaz perdedeki ilk başrolü 1988 yazında Yugoslavya’da çekilen Dark Side Of The Sun filmiyle oldu. Filmin çekimleri bitmiş olmasına rağmen savaşın başlaması nedeniyle, vizyona girmesi seneler sonra gerçekleşti. 1990 yılında TV filmi Too Young to Die?’da rol aldı. Filmde uyuşturucu bağımlısı Billy Canton’ı canlandıran Pitt, başrolleri paylaştığı Juliette Lewis’e aşık oldu ve üç yıl sürecek birliktelikleri başladı.
Brad Pitt’in geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan filmi 1991 tarihli Thelma & Louise oldu. Ridley Scott’ın yönetmenliğini yaptığı film, Amerika’da büyük ilgi görmüştü. Başrollerini Susan Sarandon, Geena Davis, Harvey Keitel ve Michael Madsen’ın paylaştıkları yapım, Pitt’in filmografisi için oldukça önemliydi. Ayrıca filmde sadece 15 dakika görünmesine rağmen People Magazine dergisi tarafından "Dünyanın En Seksi Erkeği” seçilecekti.
Ralph Bakshi’nin yönetmenliğini yaptığı 1992 tarihli Cool World filminden sonra Robert Redford’un yönetmenliğinde, Craig Sheffer’la başrolleri paylaştıkları ve en iyi sinematografi dalında oskarı kucaklayan A River Runs Through It (Bizi Ayıran Nehir) filminde rol aldı. Pitt, filmde birlikte çalıştıkları rol arkadaşı Buck Simmonds ile çok iyi anlaştı ve ikili ev tutup birlikte yaşamaya başladı.
1993 yılında başrollerini, uzun süredir birlikte olduğu Juliette Lewis’in yanı sıra daha sonraları TV dizisi X-Files’ta rol alacak olan David Duchovny ve Michelle Forbes gibi ünlü isimlerle paylaştığı, bir yol filmi olan Kalifornia için kamera karşısına geçti.
1994’te Anne Rice’ın aynı isimli romanından beyazperdeye aktarılan Interview With the Vampire(Vampirle Görüşme) filminde Louis de Pointe du Lac rolüyle beyazperdedeki önemli performanslarından birini daha gerçekleştirdi. Filmde 8. yüzyıldaki bir vampiri canlandıran Pitt, Tom Cruise, Christian Slater, Antonio Banderas ve o dönemde henüz onbir yaşında olan Kirsten Dunst’la başrolleri paylaştı ve film 2 dalda oskara aday olarak gösterildi.
Aynı yıl usta oyuncu Anthony Hopkins’le birlikte, Aidan Quinn ve Julia Ormond gibi önemli oyuncularla kamera karşına geçtiği Legends of the Fall filmi geldi. Ciddi ve önemli projelerde oldukça önemli isimlerle birlikte çalışan Pitt için sinema eleştirmenleri oldukça olumlu yorumlarda bulunuyorlardı.
1995 Brad Pitt’in sinematografisi için yine oldukça verimli bir yıl oldu. Zira ünlü oyuncu, yetenekli yönetmen David Fincher’ın kamera arkasında olduğu, Morgan Freeman, Gwyneth Paltrow ve Kevin Spacey’den oluşan değerli bir oyuncu kadrosuyla birlikte Se7en filminde rol aldı.
Yine 1995’te en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oskara aday olarak gösterildiği ve yönetmenliğini Terry Gilliam’ın yaptığı Twelve Monkeys filminde Bruce Willis’le başrolleri paylaştı.
1996 yılında Kevin Bacon, Robert De Niro ve Dustin Hoffman gibi usta oyuncularla birlikte Minnie Driver’ı en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında ALFS Award’ın sahibi yapacak olan Sleepers filminde rol aldı. Aynı yılın kasım ayında oyuncu Gwyneth Paltrow’la nişanlandı.
Çocukluğunun geçtiği Spriengfield kentinde Discovery Center’ın eğitim merkezi kurması için 100 bin dolar bağışta bulundu. 1997’de canlandırdığı rol yüzünden Çin'e girmesinin yasaklanacağı Seven Years in Tibet filmini çeken Brad Pitt daha sonraları Times dergisine vereceği röportajda konuyla ilgili olarak şunları söyleyecekti:
Ne hakkında konuştuğunuzu bilmeden konuşmamalısınız. Bu yüzden röportajlarda rahatsız oluyorum. Bana Çin'in Tibet hakkında nasıl bir politika izlemesi gerektiğini soruyorlar. Benim ne düşündüğüm kimin umurunda! Ben kahrolası bir aktörüm. Filmlerle sizi eğlendirmeye çalışan makyaj yapmış yetişkin bir adamım.
Filmde Avusturyalı gezgin Heinrich Harrar’ı canlandıran aktör, ününü giderek arttırarak film başına 10 milyon dolar alan bir yıldız haline geldi.
1997 yılının haziran ayında Gwyneth Paltrow’la yolları ayrıldı. Magazin dünyasını uzun süre meşgul eden ve üzerine yapılan spekülasyonların ardı arkası kesilmeyen ilişki sona erdikten sonra Brad Pitt’in kendine gelmesi uzun zaman aldı.
Aynı yıl “ The Devil’s Own” adlı filmde karizmatik bir I.R.A. liderini canlandırdığı rolü için İrlanda aksanıyla konuşma dersleri alan Pitt’in ilk başrol tecrübesi olma özelliğini taşıyan, 1988’de Yugoslavya’daki savaş yüzünden gösterim tarihi yıllarca aksamış olan The Dark Side of the Sun vizyona girdi.
1998’de daha önce Legends Of The Fall filminde birlikte kamera karşısına geçtiği Anthony Hopkins ile birlikte Meet Joe Black filminde rol aldı ve Friends dizisinin başrol oyucularından Jennifer Aniston’la tanıştı.
1999 Brad Pitt için yine oldukça başarılı bir yıl oldu. Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılan, konusu, senaryosu ve kurgusuya kült filmler arasına giren David Fincher imzalı Fight Club’da ünlü aktör beyazperdedeki unutulmaz karakterlerden biri olan Tyler Durden rolüne büründü. Drama, aksiyon, bilimkurgu, fantastik gibi farklı filmlerde oyunculuk performansını kanıtlayan aktör, sinematografisine birbirinden iddialı filmler eklemeye devam ediyordu.
2000 yılında hatrı sayılır bir başarı kazanan ve Guy Ritchie’nin tüm dünyada tanınmasını sağlayan Snatch filminde rol aldı. Snatch’teki rolüyle Satellite Awards tarafından en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında ödüllendirilen Pitt, yıllarca Academy Awards'ın kapısını çalsa da dünya çapında birçok festival aktörün hakkını teslim etti.
29 Temmuz 2000’de Jennifer Aniston’la Malibu’da düzenlenen bir törenle dünya evine girdi. 2001’de Spy Game ve The Mexican filmlerinde başrolde görülen Pitt, 1994’de başlayan TV dizisi Friends’in bir bölümünde Will Colbert rolüyle izleyiciyle buluştu.
Aynı yıl Steven Soderbergh’in yönetmenliğini yaptığı ve serinin ilk filmi olan Ocean’s Eleven’da, George Clooney, Julia Roberts ve Andy Garcia ile birlikte kamera karşısına geçti.
2002’de Chuck Barris’in aynı adlı kitabından senaryo yazarı Charlie Kaufman’ın uyarladığı Confessions of a Dangerous Mind filminde rol aldı.
2003’te Sinbad: Legend of the Seven Seas isimli animasyonda Sinbad’a ses verdi.
2004’te Wolfgang Petersen’ın yönetmenliğini yaptığı Troy filminde Achilles’i canlandırdı. Mitolojik bir kahraman görünümüne kavuşmak için aylarca spor yaptı ve kondisyon çalışıp kilo aldı.
Filmden sonra, Almanya’da yayınlanan ‘TV Movie’ adlı televizyon dergisine yaptığı açıklamada:
Harika filmler çevirmek için kendime 4 yıl daha süre tanıyorum. Ondan sonra yeni bir sinema kuşağı gelecek, yeni kahramanlar cezbedecek. Olayların akışı böyle. Ayrıca yeni şeyleri denemenin zamanı geldi. Gittikçe daha yoğun olarak, bir aile kurmak istiyorum
şeklinde konuştu. Gelecekte mimarlıkla ilgilenmek istediğini de belirten Pitt, Los Angeles kentinin modernleştirilmesi amacıyla dünyaca ünlü mimar Frank Gehry’nin sanatçı grubuna davet edildi ve konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Orada ilk etapta öğreneceğim, ancak bir yandan şehrin geleceğini de etkileyeceğim. Los Angeles ruhsuz bir beton çölü. Ben orayı daha yaşanır hale getirmek istiyorum. Bu belki de benim yeni kariyerim olur."
Aynı yıl Oceans Twelve’de kamera karşısına geçtikten sonra, 2005’te Doug Liman’ın yönetmenliğini yaptığı ve Angelina Jolie ile başrolleri paylaştığı Mr.&Mrs. Smith filminde rol aldı.
8 Ocak 2005’te Brad Pitt'in basın sözcüsü Pitt-Aniston çiftinin ayrılma kararı aldığını tüm dünyaya duyurdu. 4.5 yıllık evliliklerini noktalayan çift yaptıkları açıklamada 7 yıllık beraberliklerini noktalama kararında basında çıkan hiçbir dedikodunun etkili olmadığını ve ayrıca birbirini seven ve değer veren iki arkadaş olarak ayrıldıklarını belirttiler.
Hollywood'un en gözde çiftlerinden biri olan ikilinin Pitt’in çocuk istemesi yüzünden ya da Angelina Jolie’yle yakınlaşması nedeniyle ayrıldığı haberleri 2005 yılında magazin dünyasını uzun süre meşgul etti.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu İyi Niyet Elçisi olan Angelina Jolie 2000 yılında Tomb Raider filminin çekimleri sırasında Kamboçya’da bulunmuş ve 2002’de Maddox isimli bir erkek çocuğu evlat edinmişti. Pitt’le olan birlikteliğinden sonra çift, Etyopya’dan Zahara isminde bir kız çocuğu evlat edindiler ve 27 Mayıs 2006’da Namibya’da çiftin kızı Shiloh Nouvel’in dünyaya gelmesiyle Brad Pitt-Angelina Jolie ailesi 3 çocuklu oldu. Çift halen Kamboçya’da kimsesiz ve hasta çocuklara yardım amacıyla kurdukları Maddox-Jolie-Pitt(MJP) ve Maddox Chivan Children Center(MCCC) projeleriyle ilgili faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Pitt, 2006’da Alejandro González Iñárritu’nun yönetmenliğini yaptığı, 2007 Golden Globe ödüllerinde en iyi film ödülünü kucaklayan ve oskara en iyi film dalında aday olan Babel filminde rol aldı.
2007’de yapımı henüz biten, Ron Hansen’in romanından beyazperdeye aktarılan The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford filminde Jesse James’in hayatını canlandırdı. Pitt, yine yapımı henüz biten ve bu yıl içinde vizyona girecek olan serinin üçüncü filmi Oceans Thirteen’de yine Rusty Ryan rolünde izleyiciyle buluşacak.
Ünlü aktör halen çıkış tarihi 2008 olarak açıklanan ve rol alacağı üçüncü David Fincher filmi olacak The Curious Case of Benjamin Button’la ilgili olarak çalışmaktadır. 2008’de vizyona girecek olan ve Brad Pitt’in oynamasının kesinleştiği diğer filmlerse Dirty Tricks,State of Play, Dallas Buyer's Club ve Chad Schmidt’tir.